Evet, kader-i İlâhî netîce i‘tibârîyle şerden ve çirkinlikten münezzeh olduğu gibi, illet ve sebebler i‘tibârîyle de zulüm ve kubhtan münezzehtir. Çünkü, kader, hakíkí sebeblere bakar adâlet eder; beşer ise záhirî sebeblere bakar zulmeder. Evet, beşerin zulmü içinde kaderin ayn-ı adâleti tecellî eder. Meselâ, hâkim seni hırsızlıkla mahkûm ediyor. Hâlbuki, sen hırsız değilsin. Fakat, gizli bir suçun var, o da bir adam öldürmektir. İşte, senin mahkûmiyyetinin asıl illeti (sebebi), gizli katlindir. Hâkim ise bu hakíkí illeti bilmiyor. Bunun için seni, yapmadığın hırsızlık suçuyla cezâlandırıyor. Hâkim, bu záhirî sebebe bakarak hükmederken, hakíkatte bu mes’elede asıl hükmeden Ahkemü’l-Hâkimîn olan Elláhu Teálâ’dır, ya‘nî ádil kaderdir. Burada beşer tarafından bir zulüm meydâna gelmiş, ama kader adâlet etmiştir. Çünkü, beşer záhire bakarak zulmetmiştir, kader ise hakíkí illet (sebeb) olan senin gizli katline bakarak seni mahkûm edip adâlet etmiştir.
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |