delâlet-i iltizâmiyye: Bir lâfzın, kasdedildiği ma’nânın lâzımına zarûrî olarak işâret etmesi, göstermesi, delâlet etmesi. Başka bir ifâde ile bir lâfzın vaz olunduğu ma’nânın lâzımına, yanî o mâna ile berâber bulunması zarûrî olan diğer bir mânaya delâletidir.
Meselâ: “Cenâb-ı Hak beyı, ya’nî alış verişi helâl; ribâyı, ya’nî fâizi harâm kılmıştır” ibâresi, “bey”, yanî alış-veriş ile “ribâ” ya’nî fâiz arasında fark bulunduğunu beyân için sevk olunmuştur. Bundan asıl murad budur.
O hâlde, bu ibâre, meşrû alışverişle fâiz arasında fark bulunduğuna “delâlet-i mutâbıkıyye” ile delâlet ettiği gibi, “bey”in helâl, “fâiz”in harâm olduğuna da yine “delâlet-i mutâbıkıyye” ile “bi-l işâre” delâlet etmiş olur.
Yine bunun gibi, bir malın abde verilmesini veyâ verilmemesini isteyen bir kimseye karşı, “Bu malı hiç bir şahsa vermem” sözü, bu malın abde verilmeyeceğine “delâlet-i tazammuniyye” ile “bi-l işâre” delâlet eder. “Evlâdın nafakaları mevlûdün leh üzerinedir” ibâresi de, çocukların neseblerinin, babalarından sâbit olacağına “delâlet-i iltizâmiyye” ile bil-işâre delâlet eder.
Çünkü, babanın “mevlûdün leh” olması, nesebin kendisinden sübûtunu müstelzimdir. (İst. Fık. K.)