Cennet: İmtihânını güzelce verip Rablerine verdikleri sözü tutanlara ihsân edilecek ebedî saâdet ve mutluluk diyârı. Orada vazîfe ve mükellefiyyetler yoktur. Orası gözün görmediği ve kalbin hatırlamadığı muhteşem güzellikle süslü, bitmez ve tükenmez ni’metlerle dolu ebedî lezzet mekânıdır. Cennet’in 8 sekiz tabakası vardır:
1. Dârü’l-Celâl,
2. Dârü’s-Selâm,
3. Cennetü’l-Mevâ,
4. Cennetü’l-Huld,
5. Cennetü’n-Naîm,
6.Cennetü’l-Firdevs,
7. Cennetü’l-Adn,
8. Cennetü’l-Vesîle.
Cennet, Ellâh’a (cc) inanan ve Ona ibâdet ve itâat edenlerin, îmân ve İslâmiyyete ihlâs ve sadâkatle hizmet edenlerin, Kur’ân’a bir hizbü’lKurân mensûbu olarak hizmetkâr olan mücâhidlerin, cihâd-ı dîniyye erlerinin âhirette fazl-i İlâhi ile gidip ebediyyen içinde kalacakları mekân ve meskendir. Cennetin varlığını bütün mukaddes kitâblar, peygamberler, onların yolundan giden âlimler, evliyâ ve asfiyâ ittifàkla haber vermişlerdir. Resûl-i Ekrem Mi’râc’da Cennet’i bizzât görmüştür. İnsânlığın atası ve ilk peygamber Âdem (as) ve Havvâ vâlidemiz orada bizâtihî yaşamışlar, işledikleri bir günâh yüzünden evlâdları ile tekrâr o ebedî saâdet diyârına dönmek üzere Yeryüzüne indirilmişlerdir. İmtihân kapısı kapanıp kıyâmetin kopmasını müteákıb îmân ve yüz akıyla buradan gidenler, yeniden ebedî mutluluk diyârına döneceklerdir.
“Mühim bir taraftan ehemmiyyetli bir suâl: Rivâyette [hadîsde] gelmiş ki; Cennette bir adama beş yüz senelik bir Cennet verilir. Bu hakìkat [gerçek], akl-ı dünyeviyyenin havsalasında [dünyâda mahdûd duygulara, mahdûd ömre ve mahdûd imkânlara sâhib insânların zihinlerine ] nasıl yerleşir? Elcevâb: Nasıl ki, bu dünyâda herkesin dünyâ kadar husûsî ve muvakkat bir dünyâsı var. Ve o dünyânın direği onun hayâtıdır. Ve [göz, kulak, burun, akıl ve muhabbet gibi] zâhirî ve batınî duygulariyle o dünyâsından istifâde eder. ‘Güneş bir lâmbam, yıldızlar mumlarımdır’ der. Başka mahlûkàt ve zî-rûhlar bulunmaları o adamın mâlikiyyetine mâni’ olmadıkları [mülk ve tasarruf sâhibi olmasına engel olmadıkları] gibi, bilâkis [tam aksine] onun husûsî dünyâsını şenlendiriyorlar, zînetlendiriyorlar.
Aynen öyle de, fakat binler derece yüksek, her bir mümin için binler kasır ve hûrîleri ihtivâ eden [saray ve Cennet hâtunlarını içine alan] hâs bahçesinden başka, umûmî [herkesin istifâdesine açık] Cennetten beş yüz sene genişliğinde birer husûsî [özel, kendine hâs] Cenneti vardır. Derecesi [îmân ve ibâdetle Rabbinin katında elde ettiği mertebe ] nisbetinde inkişâf eden hissiyyâtıyla, duygularıyla Cennete ve ebediyyete lâyık bir sûrette istifâde eder.
Başkaların iştirâki [orada olması, istifâdesi] onun mâlikiyyetine ve istifâdesine noksân vermedikleri gibi, kuvvet verirler. Ve husûsî ve geniş Cennet’ini zînetlendiriyorlar. Evet, bu dünyâda bir adam, bir saatlik bir bahçeden ve bir günlük bir seyrangâhtan ve bir aylık bir memleketten ve bir senelik bir mesîregâhta seyâhatından; ağzıyla, kulağıyla, gözüyle, zevkıyle, zâikasıyla [tatma duygusuyla], sâir duygularıyla istifâde ettiği gibi; aynen öyle de, fakat bir saatlik bir bahçeden ancak istifâde eden bu fânî memleketteki kuvve-i şâmme [koklama duygusu] ve kuvve-i zâika [tatma duygusu] o bâkí memlekette bir senelik bahçeden aynı istifâdeyi eder.
Ve burada bir senelik mesîregâhtan [dinlenlenme yerinden] ancak istifâde edebilen bir kuvve-i bâsıra [görme duygusu] ve kuvve-i sâmia [işitme duygusu] orada, beş yüz senelik mesîregâhındaki seyâhattan; o haşmetli, baştan başa zînetli memlekete lâyık bir tarzda istifâde eder. Her mümin, derecesine ve dünyâda kazandığı sevâblar, haseneler nisbetinde inbisât ve inkişâf eden [gelişen, ayrıntıları fark edebilen] duygularıyla zevk alır, telezzüz eder, müstefid olur.” (Lem’alar, Yirminci Lem’a’nın Hâşiyesi, s. 160.)