tel tel tel
Kur'an-ı Kerim'den
Öyle bir bela ve musibetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp, masumları da yakar. Biliniz ki, Ellah’ın azabı şiddetlidir.
(Enfal, 8/25)
Hadîs-i Şeriflerden
İçerisinde Ellah'ın anıldığı bir evle Ellah'ın anılmadığı bir evin farkı diri ile ölünün farkı gibidir.
(Müslim, Müsafirin, 211)
Dualardan
Ya İlâhî! Hadd-i bülûğumuzdan bu zamâna kadar işlediğimiz büyük ve küçük bütün günâhlardan ciddî pişmanlık tevfîk eyleyip, bundan böyle ömrümüzün devâmınca salâh-ı hâl ve a’mâl-i haseneye muvaffakiyetle rızâ-yi âliyeni tahsîle muvaffak buyur.
(Hacı Hulusi Bey)
Vecîze
Üç günden fazla bir mü'min, diğer bir mü'mine küsmemek İslâmiyet emrediyor.
Sözler

Onbirinci Mektub

METİN
Gizli düşmanlarımız bu Ramazan-ı Şerîfte, tekrâr adliyeyi benim aleyhime sevk ettiler. Mesele de, bir gizli komünist komitesiyle alâkadârdır. Birisi: Bütün bütün kánûn hilafına olarak, beni tek başımla ve yalnız olarak kırda ve dağda otururken, üç silâhlı jandarma ile bir başçavuş yanıma gönderdiler. “Sen başına şapka giymiyorsun” diye, zorla beni karakola getirdiler. Ben de, adâleti hedef tutan bütün adliyelere söylüyorum ki: Böyle beş vecihle kánûnsuzluk edip, kánûn nâmına beş vecihle İslâm kánûnlarını kıran adam, hakíkí kánûnsuzluk ile ittihâm edilmek lâzım gelirken, onların o acîb kánûnsuzluğu ve bahânesiyle iki seneden beri vicdânî azâb verdiklerinden; elbette mahkeme-i kübrâ-yı haşirde bunun cezâsını çekeceklerdir. Evet, otuz beş senedir münzevî olduğu hâlde hiç çarşı ve kasabalarda gezmeyen bir adamı, “Sen firenk serpuşunu giymiyorsun” diye ittihâm etmeye, dünyâda hangi kánûn müsâade eder?

Yirmi sekiz seneden beri beş vilâyet ve beş mahkeme ve beş vilâyetin zâbıtaları onun başına ilişmedikleri hâlde, husûsan bu def’a İstanbul mahkeme-i âdilesinde yüzden ziyâde polislerin gözleri önünde, hem iki ayda yaya olarak heryeri gezdiği hâlde hiçbir polis ilişmediği ve Mahkeme-i Temyîz “bere yasak değil” diye karâr verdiği, hem bütün kadınlar ve başı açık gezenler ve bütün askerî neferler ve vazîfedâr me’mûrlar giymeye mecbûr olmadıklarından ve giymesinde hiçbir maslahat bulunmadığından ve benim resmî bir vazîfem olmadığından -ki resmî bir libâstır- bereyi giyenler de mes’ûl olmazlar denildiği hâlde, husûsan münzevî ve insânlar arasına girmeyen ve Ramazan-ı Şerîfin içinde böyle hılâf-ı kánûn en çirkin bir şey ile; rûhunu meşgúl etmemek ve dünyâyı hatırına getirmemek için has dostlarıyla dahi görüşmeyen, hattâ şiddetli hasta olduğu hâlde, rûhu ve kalbi vücûduyla meşgúl olmamak için ilâçları almayan ve hekimleri çağırmayan bir adama şapka giydirmek; ecnebî papazlara benzetmek için ona teklîf etmek ve adliye eliyle tehdîd etmek, elbette zerre kadar vicdân olan bundan nefret eder.

Meselâ: Ona teklîf eden demiş: “Ben, emir kuluyum.” Cebr-i keyfî kánûn ile emir olur mu ki, emir kuluyum desin. Evet, Kur’ân-ı Hakîmde, Yahûdî ve Nasrânîlere başta benzememek için ona dâir âyet olduğu gibi,      • âyeti, ulülemre itâati emreder. Ellah ve Rasûlünün itâatına zıd olmamak şartıyla, o itâatın emir kuluyum diye hareket edebilir.

Halbuki, bu meselede; anane-i İslâmiyye kánûnları, hastalara şefkatle incitmemek, garîblere şefkat edip incitmemek, Ellah için Kur’ân ve ilm-i îmânîye hizmet edenlere zahmet vermemek ve incitmemek emrettiği hâlde; husûsan münzevî, dünyâyı terk etmiş bir adama ecnebî papazlarının serpuşunu teklîf etmek on vecihle değil, yüz vecihle kánûna muhâlif ve İslâmın ananevî kánûnlarına karşı bir kánûnsuzluktur ve keyfî bir emir hesâbına o kudsî kánûnları kırmaktır.

Benim gibi kabir kapısında, gáyet hasta, gáyet ihtiyâr, garîb, fakir, münzevî, sünnet-i seniyyeye muhâlefet etmemek için otuz beş seneden beri dünyâyı terk eden bir adama bu tarz muâmeleler, kat’ıyyen şekk ve şübhe bırakmadı ki; komünist perdesi altında anarşilik hesâbına vatan ve millet ve İslâmiyyet ve dîn aleyhinde müdhiş bir sû-i kasd eseri olduğu gibi, İslâmiyyete ve vatana hizmete niyet eden ve müdhiş hâricî tahrîbâta karşı cephe alan dîndar meb’ûslar ve Demokratlara dahi büyük bir sû-i kasddır. Dîndar meb’ûslar dikkat etsinler. Bu dehşetli sû-i kasda karşı müdâfaada beni yalnız bırakmasınlar.
Acabâ, bu vatan ve dînin gizli düşmanlarının bu eşedd-i zulm-i nemrûdânelerine karşı, ma’nevî pekçok kuvveti bulunan bu fedâkârın tahammülü ve maddî kuvvetle ve menfî cihette mukábele etmemesinin hikmeti nedir? İşte bunu size ve umûm ehl-i vicdâna i’lân ediyorum ki; yüzde on zındık dînsizin yüzünden doksan ma’sûma zarâr gelmemek için, bütün kuvvetiyle dâhildeki emniyyet ve âsâyişi muhâfaza etmek için, nûr dersleriyle herkesin kalbine bir yasakçı bırakmak için Kur’ân-ı Hakîm ona o dersi vermiş. Yoksa bir günde, yirmi sekiz senelik zâlim düşmanlarımdan intikámımı alabilirim. Onun içindir ki; âsâyişi ma’sûmların hatırı için muhâfaza yolunda haysiyetini, şerefini tahkír edenlere karşı müdâfaa etmiyor ve diyor ki: Ben değil dünyevî hayâtı, lüzûm olsa âhiret hayâtımı da millet-i İslâmiyye hesâbına fedâ edeceğim.

Hâşiye: Rusun Başkumandanı kasden önünden üç def’a geçtiği hâlde ayağa kalkmayan ve tenezzül etmeyen ve onun i’dâm tehdîdine karşı izzet-i İslâmiyyeyi muhâfaza için ona başını eğmeyen; İstanbulu istilâ eden İngiliz Başkumandanına ve onun vâsıtasıyla fetvâ verenlere karşı, İslâmiyyet şerefi için, i’dâm tehdîdine beş para ehemmiyyet vermeyen ve “Tükürün zâlimlerin o hayasız yüzüne!” cümlesiyle ve matbûât lisânıyla karşılayan; ve Mustafa Kemâlin elli meb’ûs içinde hiddetine ehemmiyyet vermeyip, “Namâz kılmayan hâindir” diyen; ve Dîvân-ı Harb-i Örfînin dehşetli suâllerine karşı, “Şerîatın tek bir meselesine rûhumu fedâ etmeğe hazırım” deyip, dalkavukluk etmeyen ve yirmi sekiz sene, gâvurlara benzememek için inzivâyı ihtiyâr eden bir İslâm fedâîsi ve hakíkat-ı Kur’âniyyenin fedâkâr hizmetkârına maslahatsız, kánûnsuz denilse ki, “Sen Yahûdî ve Hıristiyan papazlarına benzeyeceksin, onlar gibi başına şapka giyeceksin, bütün İslâm ulemâsının icmâına muhâlefet edeceksin; yoksa cezâ vereceğiz” denilse; elbette öyle her şeyini hakíkat-ı Kur’âniyyeye fedâ eden bir adam, değil dünyevî hapis veyâ cezâ ve işkence, belki parça parça bıçakla kesilse, Cehennem’e de atılsa, kat’ıyyen yüz rûhu da olsa, bütün târihçe-i hayâtının şehâdetiyle, fedâ edecek.(Emirdağ Lâhikası, s.523-525)

ŞERH
Gizli düşmanlarımız bu Ramazan-ı Şerîfte, tekrâr adliyeyi benim aleyhime sevk ettiler. Mesele de, bir gizli komünist komitesiyle alâkadârdır. Birisi: Bütün bütün kánûn hilafına olarak, beni tek başımla ve yalnız olarak kırda ve dağda otururken, üç silâhlı jandarma ile bir başçavuş yanıma gönderdiler. “Sen başına şapka giymiyorsun” diye, zorla beni karakola getirdiler. Ben de, adâleti hedef tutan bütün adliyelere söylüyorum ki: Böyle beş vecihle kánûnsuzluk edip, kánûn nâmına beş vecihle İslâm kánûnlarını kıran adam, hakíkí kánûnsuzluk ile ittihâm edilmek lâzım gelirken, onların o acîb kánûnsuzluğu ve bahânesiyle iki seneden beri vicdânî azâb verdiklerinden; elbette mahkeme-i kübrâ-yı haşirde bunun cezâsını çekeceklerdir. Evet, otuz beş senedir münzevî olduğu hâlde hiç çarşı ve kasabalarda gezmeyen bir adamı, “Sen firenk serpuşunu giymiyorsun” diye ittihâm etmeye, dünyâda hangi kánûn müsâade eder?

Yirmi sekiz seneden beri beş vilâyet ve beş mahkeme ve beş vilâyetin zâbıtaları onun başına ilişmedikleri hâlde, husûsan bu def’a İstanbul mahkeme-i âdilesinde yüzden ziyâde polislerin gözleri önünde, hem iki ayda yaya olarak heryeri gezdiği hâlde hiçbir polis ilişmediği ve Mahkeme-i Temyîz “bere yasak değil” diye karâr verdiği, hem bütün kadınlar ve başı açık gezenler ve bütün askerî neferler ve vazîfedâr me’mûrlar giymeye mecbûr olmadıklarından ve giymesinde hiçbir maslahat bulunmadığından ve benim resmî bir vazîfem olmadığından -ki resmî bir libâstır- bereyi giyenler de mes’ûl olmazlar denildiği hâlde, husûsan münzevî ve insânlar arasına girmeyen ve Ramazan-ı Şerîfin içinde böyle hılâf-ı kánûn en çirkin bir şey ile; rûhunu meşgúl etmemek ve dünyâyı hatırına getirmemek için has dostlarıyla dahi görüşmeyen, hattâ şiddetli hasta olduğu hâlde, rûhu ve kalbi vücûduyla meşgúl olmamak için ilâçları almayan ve hekimleri çağırmayan bir adama şapka giydirmek; ecnebî papazlara benzetmek için ona teklîf etmek ve adliye eliyle tehdîd etmek, elbette zerre kadar vicdân olan bundan nefret eder.
Meselâ: Ona teklîf eden demiş: “Ben, emir kuluyum.” Cebr-i keyfî kánûn ile emir olur mu ki, emir kuluyum desin. Evet, Kur’ân-ı Hakîmde, Yahûdî ve Nasrânîlere başta ) öncelikle onlara (benzememek için) şimdi zikredeceğimiz (ona dâir âyet olduğu gibi,) emirlere itâat âyeti de vardır. Şöyle ki:

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا لاَ تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارى اَوْلِيَاءَ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَاء وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَاِنَّهُ مِنْهُمْ اِنَّ الله َ لاَ يَهْدِى الْقَوْمَ الظَّالِمينَ
“Ey îmân edenler! Yahûdîleri ve Hıristiyanları dost ittihâz etmeyin! Zîrâ,  onlar, birbirinin dostudurlar. Sizden her kim onları dost ittihâz ederse, o kimse onların zümresinden ve Ellah’ın sevmediği kullarından olur. Şüphesiz Allâhu Teâlâ, Yahûdî ve Hıristiyanları dost edinenleri hidâyete erdirmez. Çünkü, onlar zâlimlerdir.” (Mâide, 51)

Yâni: “Ey mü’minler! Yahûdî ve Hıristiyanları,
a-   Dîn ve inanç noktasında onları dost tutmayın;
b-  Harblerde onlara yardım etmeyin ve onları desteklemeyin;
c-  Onların hükümlerini, örf ve âdetlerini ve telebbüslerini kabûl etmeyin;
d- Onları veliyyü’l-umûr ittihâz etmeyin, yâni onları devletin önemli mevkílerine getirmeyin.
e-  Onlara ta’zîmde ve medh u senâda bulunmayın.
f-  Onları kalben sevmeyin ve onlara emniyyet etmeyin.
g-  Dünyevî ve uhrevî muâmelâtta onları sırdaş tutmayın.
h- Onları cizye vâsıtasıyla devâmlı zillet içinde bırakın; size karşı şevket ve kuvvet sâhibi olmalarına fırsat tanımayın.”

Fukahâ-i İslâm ve müfessirîn-i izâmın îzâhlarına göre, bu noktalarda Yahûdî ve Hıristiyanlarla dostluk yapmak harâm ve nifâktır. Dünyevî muâmelelerde ise, sır vermemek şartıyla, onlarla mudârât yapmak câizdir. Meselâ; fen ve san’at onlardan öğrenilebilir. Onlarla zarûret miktârı ticâret yapılabilir. Kızlarıyla evlenilebilir. Mezkûr konularda tafsîlâtlı bilgi edinmek için fıkıh kitâblarına mürâcaat edilebilir

(•
âyeti, ulülemre itâati emreder. Ellah ve Rasûlünün itâatına zıd olmamak şartıyla, o itâatın emir kuluyum diye hareket edebilir.

Ammâ, önce Ellah’a, yâni Kur’ân’a ve Rasûlüne, yâni Sünnet-i Nebeviyyeye itâat, daha sonra ulülemre itâat gelir. (Halbuki bu meselede; anane-i İslâmiyye kánûnları, hastalara şefkatle incitmemek, garîblere şefkat edip incitmemek, Ellah için Kur’ân ve ilm-i îmânîye hizmet edenlere zahmet vermemek ve incitmemek emrettiği hâlde; husûsan münzevî, dünyâyı terk etmiş bir adama ecnebî papazlarının serpuşunu teklîf etmek on vecihle değil, yüz vecihle kánûna muhâlif ve İslâmın ananevî kánûnlarına karşı bir kánûnsuzluktur ve keyfî bir emir hesâbına o kudsî kánûnları kırmaktır.)

Dellâl-ı Kur’ân olan Bedîüzzamân Hazretleri sarâhaten diyor ki:  Yahûdî ve Hıristiyanlara benzemeyin. Her kim dîn ve inanç noktasında onları dost tutar, harblerde onlara yardım eder ve onların hükümlerini, örf ve âdetlerini ve tarz-ı telebbüslerini bilerek ve isteyerek kabûl ederse; onlardan sayılır.

ON BİRİNCİ MEKTÛB

Bu husûsta pek çok âyet ve hadîs mevcûddur.

Meselâ; Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:

وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَاِنَّهُ مِنْهُمْ “Sizden her kim onları dost ittihâz ederse, o kimse onlardan olur.” (Mâide, 51)

Rasûl-i Ekrem (asm) ise şöyle buyuruyor:

مَنْ تَشَبَّهَ بِقَوْمٍ فَهُوَ مِنْهُمْ “Kim bir kavme teşebbüh ederse; yâni dîn, inanç, örf, âdet ve tarz-ı telebbüs gibi husûslarda bilerek ve isteyerek onlara benzerse; o da onlardandır.”

Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri eserlerinde şöyle buyuruyor :

“Ey bu vatan gençleri! Firenkleri taklîde çalışmayınız! Âyâ, Avrupanın size ettikleri hadsiz zulüm ve adâvetten sonra, hangi akıl ile onların sefâhet ve bâtıl efkârlarına ittiba’ edip emniyyet ediyorsunuz? Yok! Yok! Sefîhâne taklîd edenler, ittiba’ değil, belki şuûrsuz olarak onların safına iltihâk edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi i’dâm ediyorsunuz. Âgâh olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittiba’ ettikçe, hamiyyet dâvâsında yalancılık ediyorsunuz!.. Çünkü, şu sûrette ittibaınız, milliyyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzâdır!” (Lem’alar, s.111)

“Ey uykuda iken kendilerini ayık zannedenler! Umûr-i dîniyyede müsâmaha veyâ teşebbühle medenîlere yanaşmayın. Çünkü, aramızdaki dere pek derindir. Doldurup hatt-ı muvâsalayı te’mîn edemezsiniz. Ya siz de onlara iltihâk edersiniz, veyâ dalâlete düşer boğulursunuz.” (Mesnevî-i Nûriye, s. 115)

(Benim gibi kabir kapısında, gáyet hasta, gáyet ihtiyâr, garîb, fakir, münzevî, sünnet-i seniyyeye muhâlefet etmemek için otuz beş seneden beri dünyâyı terk eden bir adama bu tarz muâmeleler, kat’ıyyen şekk ve şübhe bırakmadı ki; komünist perdesi altında anarşilik hesâbına vatan ve millet ve İslâmiyyet ve dîn aleyhinde müdhiş bir sû-i kasd eseri olduğu gibi,) -o komünistleri tahrîk eden de yine o gizli komitedir- (İslâmiyyete ve vatana hizmete niyet eden ve müdhiş hâricî tahrîbâta karşı cephe alan dîndar meb’ûslar ve Demokratlara dahi büyük bir sû-i kasddır. Dîndar meb’ûslar dikkat etsinler. Bu dehşetli sû-i kasda karşı müdâfaada beni yalnız bırakmasınlar.)

Unutulmamalıdır ki, Bedîüzzamân Hazretlerinin ifâdesiyle; Demokratlar zamânında Üstâd Bediüzamân Hazretlerine ecnebî papazlarının serpuşunu giymesi teklîf edilmiş, Demokratlar tarafından ona zahmet verilmiş ve Üstâd Hazretlerini incitmişlerdir. Bu kadarı da bilinse, Demokratların iç yüzü ortaya çıkar. Demek Demokratlar, Üstâd Hazretlerinin tavsiyelerini yerine getirmemekle berâber; Halk Partisi gibi aynı zulmü işlemişler; aynı hakáreti yapmışlar;  ecnebî papazlarının serpuşunu teklîf etmişlerdir. Bedîüzzamân (ra) Demokratlara ma’nen diyor ki: “Dikkat edin! Gûyâ siz kendinize demokrat diyorsunuz, ecnebîlere karşı çıkıyor gibi görünüyorsunuz. Fakat, aynı zulmü siz de yapıyorsunuz.”  Demokratların, Bedîüzzamân (ra)’ın tavsiyelerine uymamalarının bir delîli de, onların zamânında Üstâd Hazretlerinin başına ilişilmesi, yâni ecnebî papazlarının serpuşunun teklîf edilmesidir.
(Acabâ, bu vatan ve dînin gizli düşmanlarının bu eşedd-i zulm-i nemrûdânelerine karşı, ma’nevî pekçok kuvveti bulunan bu fedâkârın tahammülü ve maddî kuvvetle ve menfî cihette mukábele etmemesinin hikmeti nedir? İşte bunu size ve umûm ehl-i vicdâna i’lân ediyorum ki; yüzde on zındık dînsizin yüzünden doksan ma’sûma zarâr gelmemek için, bütün kuvvetiyle dâhildeki emniyyet ve âsâyişi muhâfaza etmek için, nûr dersleriyle herkesin kalbine bir yasakçı bırakmak için Kur’ân-ı Hakîm ona o dersi vermiş. Yoksa bir günde, yirmi sekiz senelik zâlim düşmanlarımdan intikámımı alabilirim. Onun içindir ki; âsâyişi ma’sûmların hatırı için muhâfaza yolunda haysiyetini, şerefini tahkír edenlere karşı müdâfaa etmiyor ve diyor ki: Ben değil dünyevî hayâtı, lüzûm olsa âhiret hayâtımı da millet-i İslâmiyye) yâni dîn-i İslâm (hesâbına fedâ edeceğim.

(Hâşiye: Rusun Başkumandanı kasden önünden üç def’a geçtiği hâlde ayağa kalkmayan ve tenezzül etmeyen ve onun i’dâm tehdîdine karşı izzet-i İslâmiyyeyi muhâfaza için ona başını eğmeyen; İstanbulu istilâ eden İngiliz Başkumandanına ve onun vâsıtasıyla fetvâ verenlere karşı, İslâmiyyet şerefi için, i’dâm tehdîdine beş para ehemmiyyet vermeyen ve “Tükürün zâlimlerin o hayasız yüzüne!” cümlesiyle ve matbûât lisânıyla karşılayan; ve Mustafa Kemâlin elli meb’ûs içinde hiddetine ehemmiyyet vermeyip, “Namâz kılmayan hâindir” diyen; ve Dîvân-ı Harb-i Örfînin dehşetli suâllerine karşı, “Şerîatın tek bir meselesine rûhumu fedâ etmeğe hazırım” deyip, dalkavukluk etmeyen ve yirmi sekiz sene, gâvurlara benzememek için) sarığını, cübbesini çıkarmamak için  (inzivâyı ihtiyâr eden bir İslâm fedâîsi ve hakíkat-ı Kur’âniyyenin fedâkâr hizmetkârına maslahatsız, kánûnsuz denilse ki, “Sen Yahûdî ve Hıristiyan papazlarına benzeyeceksin, onlar gibi başına şapka giyeceksin, bütün İslâm ulemâsının icmâına muhâlefet edeceksin; yoksa cezâ vereceğiz” denilse; elbette öyle her şeyini hakíkat-ı Kur’âniyyeye fedâ eden bir adam, değil dünyevî hapis veyâ cezâ ve işkence, belki parça parça bıçakla kesilse, Cehennem’e de atılsa, kat’ıyyen yüz rûhu da olsa, bütün târihçe-i hayâtının şehâdetiyle,) Kur’ân’a (fedâ edecek) dînden ta’vîz vermeyecek!

Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri bu hâldeyken; maalesef  o zâtın vefâtından sonra Risâle-i Nûr mesleğinden  çok ta’vîzler verildi.

Netîce-i Kelâm: Üstâd Bedîüzzamân (ra)’ın demokrasiyle hiçbir alâkası olmadığı gibi, mezkûr tavsiyelerine uymayan Demokrat Parti mensûblarıyla ve hiçbir partiyle de münâsebeti yoktur. Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri, İslâmiyyete hizmet etmeleri ve ahkâm-ı İlâhiyyeyi hâkim kılmaları için Demokratlara Kur’ân nâmına tavsiyelerde bulundu. Başta Adnan Menderes olmak üzere Demokrat Parti mensûbları ise, onu dinlemediler ve esârette bıraktılar. Bunun netîcesi olarak zarâr gördüler.

Kaynak:Rahle Yayınları;Reddul-Evham-4

Muhammed Doğan'ın (Molla Muhammed el-Mûşî el-Kersî) beyanatları Nurmend.com sitesinden başka bir platformda yayınlanmamaktadır. © 2014-2023 | Her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Nurmend - Şerhmend
0.552 sn. deSen
↑ Yukarı