tel tel tel
Kur'an-ı Kerim'den
Ey insanlar! (Siz, ekseriyetle dünya hayatını ahiret hayatına tercih ediyorsunuz. Halbuki ahiret, dünyadan daha hayırlıdır ve devamlıdır.) Ahiret hayatı ebedidir. Ehl-i iman hakkında cismani ve ruhani saadetleri camidir. Dünya hayatı ise fanidir. Elem ve kederden hali değildir.
(A’la, 87/16-17)
Hadîs-i Şeriflerden
İnsanlara merhamet etmeyen kimseye Ellah da merhamet etmez.
(Buhari, Edeb 18)
Dualardan
Feya Rabbî, ya Hâlıkî, ya Mâlikî! Seni çağırmakta hüccetin hacetimdir. Sana yaptığım dualarda uddetim fâkatimdir. Vesilem fıkdan-ı hile ve fakrimdir. Hazinem aczimdir. Re's-ül malım, emellerimdir. Şefiim, Habibin (Aleyhissalâtü Vesselâm) ve rahmetindir. Afveyle, mağfiret eyle ve merhamet eyle yâ Ellah yâ Rahman yâ Rahîm! Âmîn!
(Mesnevi-i Nuriye)
Vecîze
Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.
Mektûbat

Dördüncü Mektub

METİN
Demokratlara büyük bir hakíkatı ihtâr:

Şimdi Kurân, İslâmiyyet ve bu vatan zarârına üç cereyân var:

Birincisi: Komünist, dînsizlik cereyânı. Bu cereyân, yüzde otuz, kırk adama zarâr verebilir.

İkincisi: Eskiden beri müstemlekâtların Türklerle alâkalarını kesmek için, Türkiye dâiresinde dînsizliği neşretmek için, ifsâd komitesi nâmında bir komite. Bu da yüzde on, yirmi adamı bozabilir.

Üçüncüsü: Garblılaşmak ve Hıristiyanlara benzemek ve bir nev’i Purutluk mezhebini İslâmlar içinde yerleştirmeye çalışan ve dînde hissesi olmayan bir kısım siyâsîler hey’etidir. Bu cereyân yüzde, belki binde birisini Kurân ve İslâmiyyet aleyhine çevirebilir.

Biz Kurân hizmetkârları ve nûrcular, evvelki iki cereyâna karşı dâimâ Kurân hakíkatlerini muhâfazaya çalışmışız. Mümkün olduğu kadar dünyâya ve siyâsete bakmamaya mesleğimiz bizi mecbûr ediyormuş. Şimdi mecbûriyyetle bakmaya lüzûm oldu. Gördük ki, Demokratlar, evvelki iki müthiş cereyâna karşı bize (Nûrculara) yardımcı hükmünde olabilirler. Hem onların dîndar kısmı, dâimâ o iki dehşetli cereyâna mesleklerince muârızdırlar. Yalnız, dînde hissesi az olan bir kısım garblılaşmak ve garblılara tam benzemek mesleğini ta’kíb edenler ise, üçüncü cereyâna bir yardım ediyorlar.

Mâdem o cereyânın yüzde ancak birisini, belki binden birisini Purutlar ve Hıristiyan gibi yapmaya çevirebilirler. Çünkü,  İngiliz iki yüz sene zarfında tahakküm ettiği iki yüz milyon İslâmdan iki yüz adamı Purutluğa çevirememiş ve çeviremez.

Hem hiçbir târihte bir İslâm, Hıristiyan olduğunu ve kanâatle başka bir dîni İslâmiyyete tercîh etmiş olduğu işitilmediğinden; iktidâr partisinde bulunan az bir kısım, dînin zarârına siyâset nâmıyla üçüncü cereyâna yardım etse de; mâdem o Demokrat Parti, meslek i’tibârıyla öteki iki cereyân-ı azîmenin durmasında ve def etmesinde mecbûrî vazîfeleri olmasından, bu vatana ve İslâmiyyete büyük bir faydası dokunabilir.

Ve dînde lâübâlî kısmını dahi cidden îkáz edip, “Aman, çabuk hakíkat-i İslâmiyyeye yapışınız!” ihtâr ediyoruz ki; vatan ve millet ve onların hayâtı ve saâdeti, hakáik-ı Kur’âniyyeye dayanmak ve bütün âlem-i İslâmı arkasında ihtiyât kuvveti yapmak ve uhuvvet-i İslâmiyye ile 400 milyon kardeşi bulmak ve Amerika gibi dîn lehinde ciddî çalışan muazzam bir devleti kendine hakíkí dost yapmak, îmân ve İslâmiyyetle olabilir.

Biz bütün nûrcular ve Kurân hizmetkârları onlara hem haber veriyoruz, hem İslâmiyyete hizmete muvaffakıyyetlerine duâ ediyoruz.

Hem de ricâ ediyoruz ki, bu memleketin bir ehemmiyyetli mahsûlü ve vatanda ve şimdi âlem-i İslâm’da pek büyük faydası ve hizmeti bulunan Risâle-i Nûru müsâderelerden kurtarıp neşrine hizmet etsinler. Bu vatandaki dîndarları kendine tarafdâr etsinler. Ve selâmeti bulsunlar.
 

ŞERH VE ÎZÂHI
(Demokratlara büyük bir hakíkatı ihtâr:

Şimdi Kurân, İslâmiyyet ve bu vatan zarârına üç cereyân var:
Birincisi: Komünist, dînsizlik cereyânı. Bu cereyân, yüzde otuz, kırk adama zarâr verebilir.
İkincisi: Eskiden beri müstemlekâtların Türklerle alâkalarını kesmek için, Türkiye dâiresinde dînsizliği neşretmek için, ifsâd komitesi nâmında bir komite. Bu da yüzde on, yirmi adamı bozabilir.) Bu iki komiteyi de o gizli ecnebî komite kurmuştur.
Üçüncüsü: Garblılaşmak ve Hıristiyanlara benzemek ve bir nev’i Purutluk mezhebini İslâmlar içinde yerleştirmeye çalışan ve dînde hissesi olmayan bir kısım siyâsîler hey’etidir. Bu cereyân yüzde, belki binde birisini Kurân ve İslâmiyyet aleyhine çevirebilir.)

O gizli ecnebî komitenin planıyla, o zamân bir kısım siyâsîler, Türkiye’yi Hıristiyanlaştırmak istediler ve buna teşebbüs ettiler; ama güçleri yetmediğinden buna muvaffak olamadılar. Şimdi ise, o gizli komite, komünistlik ve ırkçılık cereyânlarıyla Müslümanları dînsiz edemeyeceğini anlayınca, plan değiştirdi. O zamânlar az tarafdârı bulunan “Hıristiyanlara benzemek” cereyânına, bugün revâc veriliyor.

O gizli komite, bunu yaparken “Hıristiyanlık” nâmı altında “zinâyı, livatayı, fâizi ve her türlü fuhşiyyâtı” ibâhe ediyor; parayla gençleri elde ediyor; ibâdet yerine çalgıyı, iffetsizlik ve nâmussuzluğu  yerleştiriyor; bütün günâhları resmî olarak serbest ediyor ve bütün bunlara rağmen Cennet’i de müjde veriyor. Hem de bunun ismini “Hıristiyanlık dîni” koyuyor.

(Biz Kurân hizmetkârları ve nûrcular, evvelki iki cereyâna karşı dâimâ Kurân hakíkatlerini muhâfazaya çalışmışız. Mümkün olduğu kadar dünyâya ve siyâsete bakmamaya mesleğimiz bizi mecbûr ediyormuş. Şimdi mecbûriyyetle bakmaya lüzûm oldu. Gördük ki, Demokratlar, evvelki iki müthiş cereyâna karşı bize) Risâle-i Nûr şâkirdlerine (yardımcı hükmünde olabilirler. Hem onların dîndar kısmı dâimâ o iki dehşetli cereyâna mesleklerince muârızdırlar.  Yalnız, dînde hissesi az olan bir kısım garblılaşmak ve garblılara tam benzemek mesleğini ta’kíb edenler ise, üçüncü cereyâna bir yardım ediyorlar.)

Bedîüzzamân (ra), Demokratlara ma’nen diyor ki: Siz, mesleğiniz i’tibâriyle bu iki cereyâna (komünistlik ve ırkçılığa) düşman olduğunuz gibi; biz de o iki cereyâna düşmanız. Öyle ise, bu iki düşmana karşı ancak hakáik-ı İslâmiyyeye dayanmakla ve Kur’ân’ı hâkim kılıp bütün kavimlerin haklarını vermekle galebe edebilirsiniz. Maalesef onlar, Üstâd Hazretlerinin bu tavsiyesini dinlemediler; komünistleri muhâfaza ve serbest ettiler. O gizli ecnebî komite, âlem-i İslâm’da, bâhusûs Türkiye’de, ırkçılığı tahrîk eden bir ifsâd komitesi kurmuştu. Demokratlar, bu ifsâd komitesinin faaliyyetlerine muvakkaten engel oldular. Üstâd Bedîüzzamân Hazretlerinin, “uhuvvet-i İslâmiyye ve İslâmiyyet milliyyetini hâkim kılmakla menfî milliyyeti kaldırmak ve devlete, bütün Müslümanları kucaklayacak bir isim vermek ve diğer ırklara haklarını vermekle adâleti te’mîn etmek” gibi tavsiyelerine  riâyet etmedikleri için, o gizli zındıka komitesini tamâmen susturmayı beceremediler. Kendileri bizzât ırkçılık yapmakla ve başka ırkları zemmetmekle başkalarını da ırkçılığa sevk ettiler ve diğer ırkları o gizli komitenin kucağına attılar. Bu, sâdece Türkiye’ye mahsûs bir durum değildi. O gizli ecnebî komite, Türkiye gibi diğer Müslümanların yaşadığı devletlerde de bu planı uyguladı. Husûsan Arap ve Fars milletini ırkçılığa ve sınırlara dayalı bölgeciliğe dayandırdı. Oralarda da  gizli ifsâd  komiteleri kurdu. Bununla, İslâm âlemi içinde  kin ve düşmanlıkları körüklemek sûretiyle anarşi ve harbleri yerleştirdi.
Evet, Yahûdî milletinden müteşekkil bir gizli komite, Müslümanların yaşadığı ülkelerde birer ifsâd komitesi kurdu; bu komiteler vâsıtasıyla ırkçılığı tahrîk etti. Meselâ: Bir taraftan Türkiye’ye ırkçılığı ihsâs eden “Türkiye” ismini verdirdi; böylece devleti Türkçülük esâsına dayandırdıktan sonra diğer ırklara, “Devlet Türk’lerindir ve Türkçülük yapıyor; eğitim ve öğretim,  basın ve yayın  Türkçe’dir; dilinizi kullanmanız yasaktır; öyle ise   siz de hakkınızı arayın!” diye onları tahrîk etti. Böylelikle değişik ırk mensûblarını karşı karşıya getirdi. Millet arasına ihtilâfı soktu. Komünistlik de zâten ayrı bir belâ idi.

Bedîüzzamân (ra) böyle bir zamânda Demokratlara diyor ki:
Siz komünizm ve ırkçılık cereyânlarına karşı ancak hakáik-ı Kur’âniyyeyi hâkim kılmakla galebe edebilirsiniz. Yâni, evvelâ devleti menfî milliyyetçilikten kurtarıp Kur’ân’a dayandırmalısınız ve diğer ırkların da haklarını vermelisiniz. Bunu yaparsanız, hem ırkçılık cereyânı son bulur, hem komünizm cereyânı söner, hem de devlet dağılmaktan ve parçalanmaktan kurtulur.

Ammâ, üçüncü cereyân olan garblılaşmak ve Hıristiyanlara benzemek cereyânına gelince; bu cereyân, diğer iki cereyâna göre o zamân daha zarârsız idi. Çünkü, hem Müslümanlar dînlerini biliyorlardı; hem muhâkeme-i akliyye yapabiliyorlardı; hem de muharref olan Hıristiyanlık dîni bugünkü gibi bozulmamıştı.  Eğer önceki muharref Hıristiyan dîni olarak kalsaydı, hiçbir Müslüman o muharref dîne yanaşmazdı. Zîrâ,  muharref Hıristiyanlıkta sefâhet bu kadar yoktu. Bugünkü Hıristiyanlık nâmı altında revâca verilen cereyân, muharref Hıristiyanlıkla hiçbir alâkası olmamasına rağmen, o gizli komite tarafından insânları aldatmak için  “dîn” diye gösterilmektedir.

Evet, o gizli ecnebî komite, komünistlik ve ırkçılıkla Müslümanları dînsiz edemeyeceğini anlayınca; bu def’a sefâhet, fuhşiyyât, para, çalgı ve müzikle insânların hevesâtlarını tahrîk ettiler; “Îsâ Rab’dır veyâ Îsâ Ellah’ın oğludur diyen kurtulur” dediler; eskiden kalma bir takım ibâdetleri de kaldırdılar ve böylece Hıristiyanlık adını verdikleri hakíkatte ise muharref Hıristiyanlıkla hiçbir alâkası olmayan bir cereyânı câzibedâr hâle getirdiler ve bununla insânları dîn nâmı altında ibâhe mesleğine sürüklediler.

Evet, o gizli ecnebî komite, komünizm ve ırkçılıkla maksadlarına tam ulaşamayınca; başka bir plan çevirdiler. Hıristiyanlıkta bir mezheb adı altında Evangelizmi yaygın hâle getirdiler ve diğer Hıristiyanlara da bu mezhebi kabûl etmeleri için baskı yaptılar. İbâhe mesleğini kendisine şiâr edinen bu bâtıl mezheb vâsıtasıyla ekser dünyâ devletlerinde bütün fuhşiyyâtı resmen serbest ve harâmları helâl ettiler;  “Hz. Îsâ (as)’ı kabûl etmek şartıyla dilediğiniz günâhı işleyebilirsiniz. Netîcede Cennet’e de gideceksiniz” dediler; bunun ismini de Hıristiyanlık koydular. Bu faaliyyet ve ifâdelerinden de anlaşılacağı üzere bu mezheb, günâhları mübâh kılmakla beşeriyyeti sefâhete ve dînsizliğe götüren bâtıl bir mezhebtir.

Demokratlar, meslek i’tibâriyle üçüncü cereyâna da karşıydılar. Çünkü, o gün bir kısım siyâsîlerde, gizliden gizliye Hıristiyanlığa karşı bir meyil vardı. Hattâ, ba’zı siyâsîler, o gizli ecnebî komitenin planıyla Türkiye’yi Hıristiyanlaştırmak istiyorlardı. O günkü bir kısım siyâsîler, halk tarafından bunun hüsn-i kabûl görmeyeceği endişesiyle bunu gerçekleştiremediler. Fakat, o gizli ecnebî komite, âlem-i İslâmın birçok yerinde bugün ortaya koydukları çok sinsi ve acîb bir planla üç noktada bunu gerçekleştirdiler:
Birincisi: O gizli komitenin planıyla âlem-i İslâmın birçok yerinde Müslümanlara seksen seneden beri dîn anlatılmadı; mahkemeler, maârif, basın ve yayın dînden tecerrüd ettirildi; medreseler kapatıldı; Müslümanlar ilmî, amelî ve edebî sahada İslâmî örf ve âdetlerden uzaklaştırıldı. Bu sebeble Müslümanlar dînlerini öğrenme imkânını bulamadıklarından, o gizli komitenin planına âlet oldular.

İkincisi: O gizli ecnebî komite, Müslümanları böylece dînden uzaklaştırdıktan sonra, muharref olan Hıristiyanlığı da bozdu; fuhşiyyâtı  resmen serbest ve bütün günâhları ibâhe etti. İnsânları dîn nâmı altında aldatmak için de bunun adını Hıristiyanlık dîni koydu. Böylece o gizli komite, dînini bilmeyen sözde Müslüman gençleri sefâhetle, parayla ve maddiyyâtla kendi saflarına çektiler. Seksen sene dînî mesâilde ve ma’neviyyâtta câhil bırakılan bir millet, elbette sefâhete koşacaktır.

Üçüncüsü: O gizli ecnebî komite, sefâhetle Müslümanların akıllarını başlarından alınca; Müslümanlar muhâkeme-i akliyye yapamayacak, hak ile bâtılı birbirinden ayırt edemeyecek bir hâle geldiler.
Görüldüğü gibi, bu cereyân, komünizm cereyânı gibi değil; belki dünyâda benzeri görülmemiş derecede daha zarârlı bir cereyândır. O gizli komite, komünizm ve ırkçılıkla âlem-i İslâmiyyet ve insâniyyeti bitirmek istediler; ancak  buna tam muvaffak olamadılar. Şimdi ise daha kolay bir yolla, yâni “ibâhe” mesleğiyle âlem-i İslâm’ı, belki dünyâyı bitirmek istiyorlar. O gizli komite, hem devlete karşı olan ırkçılara “Size hakkınızı vereceğiz” vaadi ile bir kısmını Hıristiyan yaptılar; hem de gençlerin hevesâtlarını tahrîk ederek, mal ve para dağıtarak, iş imkânı sağlayarak, “Hangi günâhı işlersen işle Cennet’e gideceksin” diyerek Müslümanlardan bir kısmını Hıristiyanlaştırdılar. Halk da, seksen seneden bu yana dîn anlatılmadığı için câhil kaldığından; Hıristiyan dîni nâmı altında ortaya çıkan, aslında muharref Hıristiyanlık dîniyle de hiçbir ilgisi olmayan bu ibâhe mesleğine da’vet edilmekle hemen o cereyâna kapıldılar. Böylece o gizli ecnebî komite, Hıristiyanlık nâmı altında halkı dînsizliğe götürdü. Bu plan böyle devâm eder ve Müslümanlar da akıllarını başlarına almak sûretiyle Kur’ân’a dönmezse; kısa sürede dînsizlik cereyânı her tarafı kuşatacak, böylece beşeriyyet,  dünyâ ve âhiret saâdetini kaybedecektir.

Unutulmamalıdır ki; Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri, komünizm cereyânı ve ondan sonra zuhûr edecek Deccâliyyet hakkında şöyle buyuruyor:

“Evet, o işi yapan ise küçük Deccâl’lardır ki. Büyük Deccâl’ın ileri karakoludur.Bu küçük Deccâl’lardan 100 sene sonra Büyük Deccâl’a işâret vardır.” (Sırr-ı İnnâ A’taynâ  Risâlesi)
                                                                                                                                                                                                                                                                                        
“Yalnız ehemmiyyetli bir endişe ve bir tesellî kalbime geliyor ki; bu geniş boğuşmaların netîcesinde eski harb-i umûmîden çıkan zarârdan daha büyük bir zarâr, medeniyyetin istinâdı, menbaı olan Avrupada Deccâlâne bir vahşet doğurmasıdır. Bu endişeyi tesellîye medâr; Âlem-i İslâmın tam intibâhıyla ve Yeni Dünyânın, Hıristiyanlığın hakíkí dînini düstûr-i hareket ittihâz etmesiyle ve Âlem-i İslâm’la ittifâk etmesi ve İncil, Kur’ân’a ittihâd edip tâbi olması, o dehşetli gelecek iki cereyâna karşı semâvî bir muâvenetle dayanıp inşâallah galebe eder. Umûm kardeşlerime birer birer selâm. Gelen veyâ geçen Leyle-i Kadir’lerinizi tebrîk ederiz.” (Emirdağ Lâhikası, s. 47)
Demek, komünizm, büyük Deccâl’in ileri karakoludur. Evangelizm ise, Deccâliyyetin son merhalesidir. Âlem-i İslâm’daki bugünkü rejimler ise Süfyâniyyetin son merhalesidir. Deccâliyyet, ibâhe mesleğine dayanmış; Süfyâniyyeti de arkasına takmış götürüyor. Bunun ismini de Hıristiyanlık dîni koymuş. Halbuki, muharref Hıristiyanlık dîniyle de hiçbir alâkası yoktur. O gizli komite, aynı zamânda İslâmiyyeti de tahrîf etmek ve bu ibâhe mesleğine götürmek sûretiyle  aynen bugünkü Hıristiyanlık dîni gibi yapmak istiyorlar.

(Mâdem o cereyânın yüzde ancak birisini, belki binden birisini Purutlar ve Hıristiyan gibi yapmaya çevirebilirler. Çünkü,  İngiliz iki yüz sene zarfında tahakküm ettiği iki yüz milyon İslâmdan iki yüz adamı Purutluğa çevirememiş ve çeviremez.)

Bedîüzzamân (ra)’ın bahsettiği Purutluk şudur: “Protestanlığı esâs alan çok katı, ve zenginliği dînde bir seçkinlik sayan,  ayrıca halkın kraldan üstün olduğunu iddia eden bir mezhebtir. 17.yüzyılda Cromwel’le birlikte bütün İngiltere’yi ele geçirdiler. Fakat, 1660 yılında İngiltere’de krallığın yeniden onların anlayışına göre kurulmasıyla Prutcular siyâsî hayâttan çekildiler, daha sonra da Amerika’ya göç ettiler. Evangelizm, o anlayışın devâmıdır, ondan dolayı da Amerika merkezlidir.” (Dünyâ İnançları Sözlüğü, Orhan Hançerlioğlu)

O gizli ecnebî komite, o zamân o bâtıl mezheble Müslümanları Hıristiyanlaştırmak planını çeviriyorlardı. Şimdi ise, Hıristiyanlık nâmı altında “ibâhe” (harâmları helâl etme) mesleğiyle dünyâda dînsizliği neşrediyorlar ve Müslümanları dînlerinden ediyorlar. O gizli ecnebî komite, muharref Hıristiyanlığı dînden tecerrüd ettirmek sûretiyle, dînsiz yeni bir Hıristiyanlık dînini getirdiler. Sefâhet ve iffetsizliğin adına Hıristiyanlık nâmını  verdiler.

(Hem hiçbir târihte bir İslâm, Hıristiyan olduğunu ve kanâatle başka bir dîni İslâmiyyete tercîh etmiş olduğu işitilmediğinden;)  o zamân bugünkü gibi tehlikeli değillerdi. Çünkü:

a) Dîn-i İslâm’ı hakkıyla bilen bir Müslüman, Hıristiyan olamaz. Maalesef, seksen senedir bu ülkede dîn lâyıkıyla anlatılmadığı için; halk, dînden habersiz olduğundan; bugün Hıristiyan olabilir.

b) Muhâkeme-i akliyye ile kimse Hıristiyan olamaz. Bu asırda ise ehl-i İslâm, Kitâb ve Sünneti bilmediği ve sefâhete düştüğü için, muhâkeme-i akliyye yapamadığından; kolayca Hıristiyan olabilir.

c) Bir Müslüman, muharref Hıristiyan dînine giremez. O gizli komitenin ihdâs ettiği bugünkü Hıristiyanlık ise, eski muharref Hıristiyanlık dîninden çok uzaktır. Zîrâ,  bugünkü Hıristiyanlık sâdece sefâhetten ibârettir. Hıristiyanlık dîni adı altında sefâhetle ve para mukábilinde Müslümanlar dînsizliğe sevk edilmektedir.

Elli sene öncesinin şartlarında ise, (iktidâr partisinde bulunan az bir kısım, dînin zarârına siyâset nâmıyla üçüncü cereyâna yardım etse de; mâdem o Demokrat Parti, meslek i’tibârıyla öteki iki cereyân-ı azîmenin durmasında ve def etmesinde) kánûnca ve meslekçe (mecbûrî vazîfeleri olmasından, bu vatana ve İslâmiyyete büyük bir faydası dokunabilir) idi.
Yâni, Bedîüzzamân (ra) özetle şöyle diyor: Demokrat Parti mensûblarının çoğu zâhiren Müslümandırlar ve Kur’ân’ın ahkâmına tarafdâr gibi görünüyorlar. Az bir kısmının garblılaşma ve Hıristiyanlara benzeme cereyânına tâbi’ olması, Demokratların Kur’ân’ın ahkâmını hâkim kılmalarına zarâr vermemesi lâzım gelir. Çünkü, çoğunluk Kur’ân’ın ahkâmına tarafdârdır. Bu çoğunluk, mezkûr tavsiyeleri yerine getirirlerse; o az kısım onlara zarâr vermemekle berâber, zamânla onlara iltihâk edecektir. Evvelki iki cereyâna (komünizm ve ırkçılığa) tâbi’ olanlar ve sizler, üçüncü cereyâna nisbeten çoğunluktasınız. Siz, Kur’ân’ı hâkim kılmakla evvelki iki cereyânı susturursanız, üçüncü cereyâna meyledenler -ki az bir kısımdır- onlar da zamânla sönüp gideceklerdir.

(Bu cihetten biz, Demokratları iktidâr yerinde muhâfaza etmeye Kurân menfaatine kendimizi mecbûr biliyoruz.) Aşağıda zikredeceğimiz tavsiyelere uymak şartıyla, o az kısmın üçüncü cereyâna meyletmesi ne bizim sizi müdâfaa etmemize mâni’dir; ne de sizin Kur’ân’ı hâkim kılmanıza engeldir. O tavsiyeler de şunlardır:

a- Hakáik-ı İslâmiyye ve hukúkullah olan bütün ahkâm-ı İlâhiyyeyi devlet idâresine ve  mahkemelere yerleştirmek;
b- Menfî milliyyeti kaldırmak ve devlete, ırkçılığı ifâde etmeyen ve bütün Müslümanları kucaklayacak İslâmî bir isim vermek ve diğer ırklara haklarını vermekle adâleti te’mîn etmek;
c- Particiliği bırakmak;
d- Ayasofya Câmiini ibâdete açmak;
e- Risâle-i Nûr’u resmen serbest edip maârife koymak;
f-  Kur’ân’a dayanmak.

Bedîüzzamân (ra), Kur’ân menfaati için Demokratları muhâfaza edeceklerini söylüyor. Onların ise,  Bedîüzzamân tarafından taleb edilen husûsları yerine getirmemekle Kur’ân’a hiçbir menfaatleri dokunmadı. Bu sebeble Bedîüzzamân Hazretleri onlara duâ etmedi veyâ duâsı kabûl olunmadı. Yâni, ya gerçek ma’nâda onlara duâ etmedi veyâ onlar hakkında duâsı kabûl olunmadı.
(Onlardan) tam ve kâmil bir (hayır beklemek değil)… Yâni, Bedîüzzamân (ra) Demokratlara ma’nen diyor ki:

Sizden ahkâm-ı Kur’âniyyenin hakkıyla icrâsını beklemiyoruz. Belki ilk planda İslâmiyyeti tam tamına tatbîk etmeye gücünüz yetmeyebilir. Ama, şimdilik mezkûr tavsiyeleri yerine getirirseniz, o dehşetli üç cereyânı def edersiniz ve ileride İslâmiyyetin tam ma’nâsıyla tatbîk ve icrâsına muvaffak olursunuz. Bu tavsiyeleri yerine getirmek şartıyla biz sizi destekleriz. Kur’ân nâmına size yaptığımız bu tavsiyeleri yerine getiriniz ki, tam ve kâmil hayır ileride tahakkuk etsin. O hâlde, metinde geçen “hayır”dan murâd, “hayr-ı kâmil”dir. Çünkü, bir şey mutlak olarak zikredilirse, ferd-i kâmil murâddır.

Demek, Bedîüzzamân (ra), Demokratlara, “Irkçılık ve komünistlik cereyânını hemen bitirmeye ve İslâmiyyeti hakkıyla tatbîk ve icrâ etmeye gücünüz  yetmeyebilir.  Ancak, evvel emirde ırkçılık ve particiliği bırakıp, ahkâm-ı İlâhiyyeyi hayâtın her safhasında hâkim kılar; Kur’ân ve hadîsle berâber Risâle-i Nûr’u resmen okullara ders olarak koyar ve Kur’ân’ı yegâne hayât nizâmı yapmakla âlem-i İslâmla da ittifâkı sağlarsanız; gücünüz artar. Netîcede ırkçılık ve komünistlik cereyânları son bulup, ileride İslâmiyyet tam ma’nâsıyla tatbîk edilebilir” diyor.
Onlar ise Bedîüzzamân (ra)’ın mezkûr tavsiyelerine uymadılar; komünistlik ve ırkçılık zarârını  durduramadılar; belki daha dehşetli zarârlara sebeb oldular. Kendileri de aynen diğerleri gibi ırkçılığı elde tuttular. Türkiye, komünizm cereyânıyla “sağcılar ve solcular” diye iki kısma ayrıldı. Menderes’ten  sonra da başka kavimler ırkçılık da’vâsında bulundular. Bununla da iş bitmedi, bu def’a en dehşetli cereyân olan misyonerlik faaliyyetleriyle Hıristiyanlaşma cereyânı başladı veyâ, “Üç dînin sâlikleri de ehl-i necâttır” şeklinde bâtıl bir inanç Müslümanların yaşadığı devletlerin içine yayıldı.

Demokratlar, (belki dehşetli, baştaki iki cereyâna siyâsetlerince muârız oldukları için; onların az bir kısmı dîne verdikleri zarârı, vücûdun parçalanmasına bedel, yalnız bir parmağı kesmek gibi pek cüzî bir zarârla pek küllî bir zarârdan kurtulmamıza sebeb oluyorlar bildiğimizden; o iktidâr partisinin lehinde ehl-i dîni yardıma da’vet ediyoruz.)

Bedîüzzamân (ra), Demokratlara özetle diyor ki: Sizlerden tam hayır beklemememizin sebebi; içinizde garblılaşma ve Hıristiyanlara benzeme nâmı altında dîne zarâr veren bir kısım insânların bulunmasıdır. Onun için, sizler hayâtın her safhasında Kur’ân’ı hayât nizâmı olarak kabûl edin, Risâle-i Nûr’u serbest edin. Böylece, aranızda bulunan o az kısmın verdiği zarârdan sâlim olursunuz. Bu tavsiyelere uymanız şartıyla, biz o zarâra şimdilik râzıyız. O az kısım, zamânla sizin şevket ve kuvvetinizi görünce, eski fikirlerinden hemen dönerler. Bu üçüncü cereyânın şimdilik size fazla zarârı olmaz. Siz, evvel emirde hakáik-ı İslâmiyyeye dayanmak sûretiyle bu iki cereyânı durdurunuz.

Demokratlar ise Bedîüzzamân (ra)’ın tavsiyelerini dinlemediler, dolayısıyla bu iki cereyânı durduramadılar. O iki cereyân, yâni komünistlik ve ırkçılık, aynen, belki daha şiddetli bir tarzda devâm etti. Bir müddet sonra kudret-i İlâhiyye ile komünist Rusya  yıkıldı. Ama, bununla berâber, o iki cereyân bu vatanda ve âlem-i İslâm’da sönmedi ve bu durumda sönmesi de beklenemez. O iki cereyân o günden bu güne kadar devâm etmekle berâber,  komünistler ve ırkçılar aleyhinde herhangi bir kánûn da icrâ edilmedi. Eğer Demokratlar, Kur’ân’ı hâkim kılsaydılar; hem komünistlik cereyânı, hem de ırkçılık cereyânı son bulacaktı. Halbuki Demokratlar, istenilen şartları yerine getirmediklerinden; o iki cereyân gittikçe kuvvet buldu. Bu iki cereyân bitmeden, üçüncü bir cereyân daha başladı. Çünkü, o gizli ecnebî komite, maksadına tam ulaşamamıştı.

Eğer Demokratlar, Üstâd Bedîüzzamân (ra)’ın tavsiyelerini yerine getirselerdi, bu cereyânlar  biterdi; bu yeni üçüncü cereyân da vücûd bulmazdı. Çünkü, o gün Kur’ân, Hadîs ve Risâle-i Nûr halka hakkıyla anlatılsaydı; elbette halkın muharref ve bâtıl bir dîne meyletmesi mümkün olmazdı. Fakat, maalesef Demokratlar Bedîüzzamân Hazretlerinin bu tavsiyelerinden hiçbirini yerine getirmediler; o iki cereyân da gittikçe kuvvet buldu.

(Ve dînde lâübâlî kısmını dahi cidden îkáz edip, “Aman, çabuk hakíkat-i İslâmiyyeye yapışınız!” ihtâr ediyoruz ki; vatan ve millet ve onların hayâtı ve saâdeti, hakáik-ı Kur’âniyyeye dayanmak ve bütün âlem-i İslâmı arkasında ihtiyât kuvveti yapmak ve uhuvvet-i İslâmiyye ile 400 milyon kardeşi bulmak ve Amerika gibi dîn lehinde ciddî çalışan muazzam bir devleti kendine hakíkí dost yapmak, îmân ve İslâmiyyetle olabilir.)

Metinde geçen “îmân” ta’bîrinden murâd, “ahkâm-ı İlâhiyyeyi tasdîk”tir. “İslâmiyyet” ise, “o ahkâmın icrâ ve tatbîkine tarafdâr olmak”tır. Bu ta’rîfler muvâcehesinde Üstâd Bedîüzzamân Hazretlerinin yukarıdaki cümlelerini şerh ve îzâh etmeye çalışacağız:
O zamân, Amerika’da İslâm dîni hakkında araştırmalar yapan bir hey’et kurulmuştu. O hey’et, dünyâda ne kadar meşhûr insân varsa, onların yaptıkları icrââtları bilgisayara yüklüyor ve, “O insânların birincisi kimdir?” diye bilgisayara soruyorlardı. Her def’asında Rasûl-i Ekrem (asm) birinci çıkıyordu. Bunun netîcesi olarak, hey’ette bulunanların ekserisi İslâmiyyete meyletmişti. O gizli komite, o gün insânlığın başına komünistliği musallat ettiği için, Amerika’nın bu durumundan evvel emirde  korkmuyordu.

Yahûdî milletinden müteşekkil o gizli komite, Birinci ve İkinci Dünyâ Savaşlarında, Fransız İhtilâl-i Kebîrinde ve 1917 Rus İhtilâlinde pek çok Hıristiyanın ölümüne sebeb oldu ve bu savaşlar vâsıtasıyla Hıristiyanlardan intikámını aldı. Ne zamân ki Rusya yıkıldı, o gizli komite Rusya vâsıtasıyla  tam bir şey yapamadı; bundan sonra o gizli komite başka bir planla Amerika’ya yöneldi. O gizli ecnebî komite, Ellah’ın inkârını kimseye kabûl ettiremeyeceğini anlayınca; bu def’a, “Ellah’ın zâtını kabûl ettikten sonra ne yaparsan yap; şirke de düşsen, İsa Rab’dır veyâ Ellah’ın oğludur da desen, bütün günâhları da işlesen Cennet’liksin” diyen Evangelistleri ön plana çıkardı ve Evangelistler vâsıtasıyla ibâhe mesleğini ortaya attı. O gizli komite, Evangelistler arasında, “Âhirzamânda Hz. Îsâ (as) gelecek, biz de onu kabûl edeceğiz” fikrini yaydılar; Hıristiyanları arkalarına alarak “hoşgörü” nâmı altında geçmişte işledikleri kusûrlarını örtmek amacıyla yeni bir plan çevirdiler ki; Rasûl-i Ekrem (asm)’dan, belki  Hz. Mûsâ (as)’dan bugüne kadar dünyâda yaptıkları felâketleri ve cinâyetleri bununla kapatsınlar! Okuyucu dikkat etmezse, Bedîüzzamân (ra)’ın yukarıdaki cümleleriyle Amerika’yı methettiğini zanneder. Hâşâ öyle değil!  Belki Amerika o gün;

a) Siyâseti gereği hem bütün Müslümanları Rusya’ya karşı müdâfaa ediyordu.

b) Hem o gizli ecnebî komite, o zamân Amerika’yı istilâ edip devleti tamâmen eline geçirmemişti.

c) Hem  o gün Amerika ve İngiltere’de dîn-i hakkı arayan bir hey’et kurulmuştu ve o dîn-i hakkı arayanlar, bütün dünyâ gazetelerine İslâmiyyet lehinde beyânât veriyorlardı. Kur’ân ile bütün kitâbları mukáyese etmeleri netîcesinde, Kur’ân birinci geliyordu; hem Ehâdîs-i Nebeviyye ile başka insânların sözlerini karşılaştırıyorlardı, Hadîs-i Şerîfler birinci çıkıyordu. İşte bütün bu çalışmalar netîcesinde neredeyse ekser insânlar o zamân Müslüman olacaktı. Hattâ, o gün Amerikalıların Hıristiyanlıktan çıkıp Müslüman olmaları kuvvetle muhtemel idi. Meselâ; Amerika Devlet Başkanlarından Kennedy, İslâmiyyete çok hürmetkârdı, o gizli komite buna tahammül edemediğinden onu öldürdü. Rivâyete göre Kennedy, Suudi Arabistan’dan gelenlere çok hürmet edermiş ve, “Ben o yerin hürmetine size hürmet ediyorum” dermiş. O gizli komite, İslâmiyyet lehinde gelişen bu hâdiselerin ileride kendileri hakkında tehlike arz edeceğini anlayınca derhâl Amerika’ya yüklendi ve Amerika’daki İslâmiyyet lehindeki o cereyânı söndürdü.

Şimdiki Amerika ise; muharref olan Hıristiyan dînine dayanmamakla berâber, tamâmen Evangelistlerin eline geçmiş ve o gizli zındıka komitesi hesâbına çalışıyor. O gizli komite, Amerika Birleşik Devletlerinin askerî, ticârî, siyâsî vb.  bütün kademelerini eline geçirmiştir. Aynı durum, başta İngiltere olmak üzere ekser dünyâ devletleri için de geçerlidir.
(Biz bütün nûrcular) -o günkü mahkemeler, Bedîüzzamân Said Nursî ve talebeleri hakkında nûrcu kelimesini kullanmışlar;  Üstâd da burada onların diliyle konuşmuştur. Yoksa, nûrcu ve nûrculuk kelimeleri Bedîüzzamân Hazretlerine âit değildir- (ve Kurân hizmetkârları onlara hem haber veriyoruz, hem İslâmiyyete hizmete muvaffakıyyetlerine duâ ediyoruz.) Bedîüzzamân (ra) Demokratlara, İslâmiyyete hizmete muvaffak olmaları için duâ edeceklerini söylüyor. Daha önce de beyân ettiğimiz gibi “îmân”, ahkâm-ı İlâhiyyeyi tasdîktir. “İslâmiyyet” ise, o ahkâm-ı İlâhiyyenin icrâ ve tatbîkine tarafdâr olmaktır. “İslâmiyyete hizmet”ten murâd ise; hayâtın her safhasında Kitâb ve Sünneti hâkim kılmaktır. Demokratlar ise bu ma’nâda İslâmiyyete hizmet etmediler.  Öyle ise, duâ şarta bağlı olduğu için, onlar da bu şartı yerine getirmediklerinden dolayı, duâ da edilmedi.

Bedîüzzamân (ra), Demokratlara şöyle tavsiye ediyor:  “ ‘Aman, çabuk hakíkat-i İslâmiyyeye yapışınız!’ ihtâr ediyoruz ki; vatan ve millet ve onların hayâtı ve saâdeti,hakáik-ı Kur’âniyyeye dayanmak ve bütün âlem-i İslâmı arkasında ihtiyât kuvveti yapmak ve uhuvvet-i İslâmiyye ile 400 milyon kardeşi bulmak ve Amerika gibi dîn lehinde ciddî çalışan muazzam bir devleti kendine hakíkí dost yapmak, îmân ve İslâmiyyetle olabilir.”
Yâni, hayâtın her safhasında Kur’ân’ı ve İslâmiyyeti hâkim kılın!  Eğer bunu yaparsanız, Müslümanların yaşadığı diğer küçük devletlerde de Kur’ân hâkim olur ve bu noktada âlem-i İslâm’la ittifâkı te’mîn etmiş olursunuz. Siz, geçmişte âlem-i İslâm’ın reisi olduğunuz gibi, bu hizmeti yaptığınız takdîrde yine eski şerefe nâil olacak ve bütün Müslümanları temsîl etmiş olacaksınız. Eğer bu tavsiyeyi yerine getirirseniz, dünyâdaki bütün Müslümanlar size kuvvet verecektir. Böyle bir güç karşısında, Amerika gibi bir devlet dahi îmân ve İslâmiyyete hizmetinizden ve ittifâkınızdan doğan maddî ve ma’nevî bir kuvveti görünce; ister istemez size destek verecektir. Eğer îmân ve İslâmiyyeti elde etmez ve Kur’ân’a dayanmazsanız, Amerika sizi kendi lehinde kullanacaktır.

O hâlde, Bedîüzzamân (ra)’ın bu mektûbunda özellikle Amerika’dan bahsetmesi şu üç noktaya binâendir:

Birincisi: Amerika o zamân hakkı arıyordu. Bunu anlayan o gizli örgüt, hemen Rusya’yı bırakıp Amerika’ya yöneldi; Hıristiyanlık nâmı altında dînsiz bir Hıristiyanlığı geliştirdi. Evangelizm perdesi altında, orada komünizmin düstûrlarını icrâ etti. Çünkü, komünizm de Evangelizm gibi “ibâhe” (harâmları helâl etme) mesleğini revâca veriyordu. Aradaki fark ise,  “inkâr-ı ulûhiyyet” fikri yerine, “Ellah’ın zâtının kabûl edilmesi ve ne kadar günâh işlenirse işlensin netîcede Cennet’e gidileceği” inancına sâhib olunması idi.

İkincisi: O gün Amerika, kendi politikası gereği Rusya’ya karşı Müslümanlarla ittifâka mecbûrdu. Bedîüzzamân, Demokratlara diyor ki: Mâdem Amerika ile Rusya birbirleriyle çarpışıyorlar. Siz de îmân ve İslâmiyyete hizmetle ve Müslümanların ittifâkıyla, Amerika’nın gücünü kendi lehinizde kullanabilirsiniz.

Üçüncüsü: belki de en önemlisi: Bedîüzzamân (ra)’ın,  Demokratlara; “Îmân ve İslâmiyyete hizmet edin; bütün Müslümanlar arkanızda olur. Böylelikle büyük bir devlet olursunuz, ister istemez Amerika da sizi kabûl etmeye mecbûr olur”  şeklindeki tavsiyesidir.(Biz bütün nûrcular) -o günkü mahkemeler, Bedîüzzamân Said Nursî ve talebeleri hakkında nûrcu kelimesini kullanmışlar;  Üstâd da burada onların diliyle konuşmuştur. Yoksa, nûrcu ve nûrculuk kelimeleri Bedîüzzamân Hazretlerine âit değildir- (ve Kurân hizmetkârları onlara hem haber veriyoruz, hem İslâmiyyete hizmete muvaffakıyyetlerine duâ ediyoruz.) Bedîüzzamân (ra) Demokratlara, İslâmiyyete hizmete muvaffak olmaları için duâ edeceklerini söylüyor. Daha önce de beyân ettiğimiz gibi “îmân”, ahkâm-ı İlâhiyyeyi tasdîktir. “İslâmiyyet” ise, o ahkâm-ı İlâhiyyenin icrâ ve tatbîkine tarafdâr olmaktır. “İslâmiyyete hizmet”ten murâd ise; hayâtın her safhasında Kitâb ve Sünneti hâkim kılmaktır. Demokratlar ise bu ma’nâda İslâmiyyete hizmet etmediler.  Öyle ise, duâ şarta bağlı olduğu için, onlar da bu şartı yerine getirmediklerinden dolayı, duâ da edilmedi.

Bedîüzzamân (ra), Demokratlara şöyle tavsiye ediyor:  “ ‘Aman, çabuk hakíkat-i İslâmiyyeye yapışınız!’ ihtâr ediyoruz ki; vatan ve millet ve onların hayâtı ve saâdeti,hakáik-ı Kur’âniyyeye dayanmak ve bütün âlem-i İslâmı arkasında ihtiyât kuvveti yapmak ve uhuvvet-i İslâmiyye ile 400 milyon kardeşi bulmak ve Amerika gibi dîn lehinde ciddî çalışan muazzam bir devleti kendine hakíkí dost yapmak, îmân ve İslâmiyyetle olabilir.”
Yâni, hayâtın her safhasında Kur’ân’ı ve İslâmiyyeti hâkim kılın!  Eğer bunu yaparsanız, Müslümanların yaşadığı diğer küçük devletlerde de Kur’ân hâkim olur ve bu noktada âlem-i İslâm’la ittifâkı te’mîn etmiş olursunuz. Siz, geçmişte âlem-i İslâm’ın reisi olduğunuz gibi, bu hizmeti yaptığınız takdîrde yine eski şerefe nâil olacak ve bütün Müslümanları temsîl etmiş olacaksınız. Eğer bu tavsiyeyi yerine getirirseniz, dünyâdaki bütün Müslümanlar size kuvvet verecektir. Böyle bir güç karşısında, Amerika gibi bir devlet dahi îmân ve İslâmiyyete hizmetinizden ve ittifâkınızdan doğan maddî ve ma’nevî bir kuvveti görünce; ister istemez size destek verecektir. Eğer îmân ve İslâmiyyeti elde etmez ve Kur’ân’a dayanmazsanız, Amerika sizi kendi lehinde kullanacaktır.

O hâlde, Bedîüzzamân (ra)’ın bu mektûbunda özellikle Amerika’dan bahsetmesi şu üç noktaya binâendir:

Birincisi: Amerika o zamân hakkı arıyordu. Bunu anlayan o gizli örgüt, hemen Rusya’yı bırakıp Amerika’ya yöneldi; Hıristiyanlık nâmı altında dînsiz bir Hıristiyanlığı geliştirdi. Evangelizm perdesi altında, orada komünizmin düstûrlarını icrâ etti. Çünkü, komünizm de Evangelizm gibi “ibâhe” (harâmları helâl etme) mesleğini revâca veriyordu. Aradaki fark ise,  “inkâr-ı ulûhiyyet” fikri yerine, “Ellah’ın zâtının kabûl edilmesi ve ne kadar günâh işlenirse işlensin netîcede Cennet’e gidileceği” inancına sâhib olunması idi.

İkincisi: O gün Amerika, kendi politikası gereği Rusya’ya karşı Müslümanlarla ittifâka mecbûrdu. Bedîüzzamân, Demokratlara diyor ki: Mâdem Amerika ile Rusya birbirleriyle çarpışıyorlar. Siz de îmân ve İslâmiyyete hizmetle ve Müslümanların ittifâkıyla, Amerika’nın gücünü kendi lehinizde kullanabilirsiniz.

Üçüncüsü: belki de en önemlisi: Bedîüzzamân (ra)’ın,  Demokratlara; “Îmân ve İslâmiyyete hizmet edin; bütün Müslümanlar arkanızda olur. Böylelikle büyük bir devlet olursunuz, ister istemez Amerika da sizi kabûl etmeye mecbûr olur”  şeklindeki tavsiyesidir.
Amerika, kendi menfaati gereği o gün Müslümanları Rusya’ya karşı müdâfaa ediyordu. Bu sebeble, Bedîüzzamân (ra) Demokratlara diyor ki: “Îmân ve İslâmiyyeti hâkim kılmak sûretiyle Müslümanların başına geçin; böylece Müslümanların birliğini te’mîn etmiş olursunuz. O zamân Amerika size destek verecek ve belki İslâmiyyeti kabûl edecektir.” Yoksa, “Onların kánûnlarını kabûl edin; Hıristiyanlık propagandasını yapın; onlara asker olup Müslümanları vurun!” demiyor. Fakat, vâ esefâ, vâ hasretâ, Demokratlar, îmân ve İslâmiyyet hizmetinde bulunmayınca; Amerika da siyâseti îcâbı Rusya’ya karşı Müslümanları müdâfaa etmeye mecbûr iken müdâfaa etmedi ve İslâmiyyetle müşerref olmadı; hem muharref Hıristiyanlığı da müdâfaa etmedi. Böylece hep berâber sefâhete tâbi’ olup dalâlete doğru gitmektedirler.

Eğer o gün Demokratlar îmân ve İslâmiyyete hizmet etseydiler ve Kur’ân’a   dayansaydılar; Amerika’da İslâmiyyet lehinde az da olsa bir  hareket olduğundan, Amerika’nın bir kısmının Müslüman olma ihtimâli olduğu gibi; düşmanın biriyle sulh edip diğerini mağlûb etmek planıyla, Amerika’yı Rusya’ya karşı kullanarak; Rusya’yı mağlûb ettikten sonra Amerika’yı da mağlûb edebilirdi. Ancak, Demokratlar îmân ve İslâmiyyete hizmet etmemekle ve Kur’ân’a dayanmamakla; hem Rusya’ya, hem de Amerika’ya karşı mağlûb oldular ve Müslümanların ezilmesine sebeb oldular.

Hem şimdiki Amerika, o zamânki Amerika olmadığı gibi; şimdiki  Rusya dahi o zamânki Rusya gibi değildir. Hâdiseler başka şekilde gelişmeye başlamıştır. O gün Rusya ve komünizim cereyânı hâkim idi. Bugün ise Amerika ve Evangelizm cereyânı hâkim durumdadır. Bütün bunlar o gizli zındıka komitesinin ayrı ayrı planlarıdır. Bu sebeble, Bedîüzzamân Hazretlerinin cümlelerini o zamânla mukayyed bırakmayıp, hâdiselerin geliştiği şekilde o cümlelere ma’nâ verilmesi gerekmektedir. Bedîüzzamân Hazretlerinin zamânında komünizm cereyânı hâkim idi. Bugün ise o cereyânın daha dehşetlisi olan Evangelizm cereyânı hâkim durumdadır ve bu cereyân komünizm cereyânının devâmıdır. Çünkü, her ikisi de o gizli komitenin zamâna göre kullandığı birer silâhıdır. Üstâd Bedîüzzamân Hazretlerinin nazarı küllî olduğu için, komünizm cereyânını nazara verip bugünkü dehşetli cereyândan haber vermemesi mümkün değildir. Nitekim,  “Sırr-ı İnnâ A’taynâ Risâlesi” ve “Emirdağ Lâhikası” adlı eserlerinde bu cereyândan şöyle haber vermektedir:

“Evet, o işi yapan ise küçük Deccâl’lardır ki, Büyük Deccâl’ın ileri karakoludur. Bu küçük Deccâllardan 100 sene sonra Büyük Deccâl’a işâret vardır.” (Sırr-ı İnnâ A’taynâ Risâlesi).

“Yalnız, ehemmiyyetli bir endişe ve bir tesellî kalbime geliyor ki; bu geniş boğuşmaların netîcesinde eski harb-i umûmîden çıkan zarârdan daha büyük bir zarâr, medeniyyetin istinâdı, menbaı olan Avrupada Deccâlâne bir vahşet doğurmasıdır. Bu endişeyi tesellîye medâr; Âlem-i İslâmın tam intibâhıyla ve Yeni Dünyânın, Hıristiyanlığın hakíkí dînini düstûr-i hareket ittihâz etmesiyle ve Âlem-i İslâm’la ittifâk etmesi ve İncil, Kur’ân’a ittihâd edip tâbi olması; o dehşetli gelecek iki cereyâna karşı semâvî bir muâvenetle dayanıp inşâallah galebe eder. Umûm kardeşlerime birer birer selâm. Gelen veyâ geçen Leyle-i Kadir’lerinizi tebrîk ederiz.” (Emirdağ Lâhikası, s. 47)
Öyle ise bu durumda bugün ehl-i îmâna düşen vazîfe; Kur’ân ve Sünnete dayanmak, an’ane-i İslâmiyyeye tâbi’ olmak, Kitâb ve Sünnet etrâfında ittifâk etmek ve o zamân Bedîüzzamân Hazretlerinin tavsiyesi ne ise bugün de aynı tavsiyelere kulak verip itâat etmekle Deccâliyyetten kendisini muhâfaza etmektir. Yoksa, Müslümanların zillet ve perîşâniyyetleri gün geçtikçe artacaktır.

Bedîüzzamân (ra), Demokratlara; “Amerika gibi dîn lehinde ciddî çalışan muazzam bir devleti kendine hakíkí dost yapmak” buyururken, “Onları kayıtsız şartsız kendinize dost edinin” demiyor. Belki, “Hayâtın her safhasında İslâmiyyeti yerleştirmek sûretiyle, bütün Müslümanların başına geçin; Kur’ân’ı hâkim kılın.

O zamân Amerika ister istemez Rus’a karşı sizi destekleyip ve adâlet-i Kur’âniyyeyi görmekle İslâmiyyet’i kabûl edebilir” demek istiyor. Vaktâ ki, Demokratlar, Kur’ân’ı hâkim kılmadı, Müslümanlarla ittihâdı sağlamadı; hem komünistlik hem de ırkçılık cereyânları şiddetlendi. Ardından üçüncü cereyân olan garblılaşma ve Hıristiyanlaşma hareketi revâc buldu.

Bedîüzzamân Hazretlerinin bu mektûblarının yanlış anlaşılması, o günkü şartların lâyıkıyla bilinmemesinden kaynaklanmaktadır. İnsan, günün şartlarını bilmeyince aldanabilir. Öyle ise, bu gibi mektûbları okuyan kişi, o zamânı çok iyi bilmeli ve edille-i şer’ıyyeyi mihenk edinmelidir. Küfür küfürdür. İster komünizmden, ister Evangelizmden gelsin, netîce değişmez. İbâhe mesleğini esâs alan Evangelistlerin harâmları helâl kabûl etmesi de küfürdür. Kureyş müşrikleri, Ellah’ın zâtını kabûl ettikleri hâlde ahkâm-ı İlâhiyyeyi reddettikleri için müşrik sayıldılar. Bunun için Rasûl-i Ekrem (asm) onlarla harbetti. Yine Yahûdî ve Hıristiyanlar Kur’ân’ı kabûl etmedikleri ve “Muhammedü’r-Rasûlullah” demedikleri için Rasûl-i Ekrem (asm) onlarla da harb etti.

(Hem de ricâ ediyoruz ki, bu memleketin bir ehemmiyyetli mahsûlü ve vatanda ve şimdi âlem-i İslâm’da pek büyük faydası ve hizmeti bulunan Risâle-i Nûru müsâderelerden kurtarıp neşrine hizmet etsinler.) Yâni, Demokratlar, Kur’ân ve Hadîsle berâber Risâle-i Nûr’u bilfiil resmî olarak  okullarda  ders  versinler.   Çünkü,  Bedîüzzamân  Hazretlerinin  bu  tavsiyeleri  bizzât  Demokratlara  yazılan  mektûblarda geçmektedir. Devlet bununla mükelleftir. İşte daha önce geçen îzâhâta binâen, Risâle-i Nûr’u serbest etmenin ma’nâsı budur. (Bu vatandaki dîndarları kendine tarafdâr etsinler. Ve selâmeti bulsunlar.)

Elhâsıl: Bu mektûbu anlamak için şu gerçeği iyi kavramak gerekir. Üç yüz kişiden müteşekkil gizli bir ecnebî komite, bütün dünyâyı hercümerce getirmektedir. O gizli komite, o günün şartlarında üç noktayı esâs almıştı:

Birincisi: Komünistlik.

İkincisi: Irkçılığı tahrîk edip değişik ırklara mensûb Müslümanları birbirine düşürmek.

Üçüncüsü: Garblılaşmak ve Hıristiyanlara benzemek için çalışan bir kısım siyâsîler mevcûddu.
O gizli komite, o günkü şartlarda Hıristiyanlığı mahvetmek ve Hıristiyanlardan intikámını almak istiyordu. Bu sebeble, o gizli komitenin planıyla Birinci ve İkinci Cihân Harblerinde, Fransız İhtilâl-i Kebîrinde ve Rus İhtilâlinde binlerce Hıristiyan öldürüldü.  O gizli komite, bununla Hıristiyanları tam bitiremeyeceğini anlayınca, bu def’a komünistlikle Hıristiyanlığı bitirmeye çalıştı. Komünistlikle de maksadına ulaşamayınca, muharref olan Hıristiyanlık dînini tamâmen bozdu; Batılılaşma ve Hıristiyanlara benzeme nâmı altında ibâhe mesleğini revâca verdi, Hıristiyanlık dîni nâmına hiçbir şey bırakmadı.

O gizli komite, değil insânları Hıristiyanlaştırmak; belki insânları, bütün dînlerden uzaklaştırmak ve dînsiz yapmak istiyor. Yeni bir dîn ihdâs etmiş, ismini de Hıristiyanlık koymuştur. Şu anda da İslâmsız bir İslâm’ı yerleştirmek için çalışıyor, İslâmiyyeti tahrîf etmek için uğraşıyor. Bu üçü de, yâni gerek komünistlik, gerek ırkçılık, gerekse garblılaşma ve Hıristiyanlara benzeme, o gizli ecnebî komitenin sinsice bir oyunudur.

Üstâd Bedîüzzamân Hazretlerinin, “İngiliz iki yüz sene zarfında tahakküm ettiği iki yüz milyon İslâmdan iki yüz adamı Purutluğa çevirememiş ve çeviremez” ifâdesiyle, İngilizler âlem-i İslâm’ı iki yüz sene tahakküm altına aldıkları hâlde Müslümanların o günkü şartlarda Hıristiyan olmaması üç sebebe binâendir:

Birincisi: O zamân Müslümanlar dînini biliyordu. Bugün ise Müslümanlar dînlerini bilmediklerinden kolayca Hıristiyan olabilirler.

İkincisi: Muhâkeme-i akliyye ile, yâni aklî delîl ve bürhânla bir Müslüman, Hıristiyan olmamıştır. Bugün ise Müslüman, dînini bilmediği için câhil kalmış ve bu sebeble muhâkeme-i akliyye dahi yapamamaktadır. Muhâkeme-i akliyye, aklî delîl ile muhâkeme etmek demektir. Bu muhâkemeyi yapacak kimse de, Kur’ân ve Hadîste mâhir olmalı, asılları semâvî olduğu hâlde sonradan tahrîf edilmiş olan kitâbları da okumalı, ve o kitâbların asılları semâvî olduğu hâlde daha sonra muharref olduğunu anlamalıdır. Ancak bu muvâzeneyi yapmak sûretiyle o muharref dînleri İslâma tercîh etmek mümkün olamayacağını anlamış olacak ve böyle bir muhâkeme-i akliyye ile onları bu hak dîne tercîh etmeyecektir.

Hulâsâ, Kitâb ve Sünnette mâhir olmayan ve o muharref kitâbları araştırmayan, böyle bir muhâkeme-i akliyyeden mahrûm olacağından; bu muvâzeneyi yapamaz. Böyle bir muvâzeneyi yapamayan kimse de hak ve bâtılı tefrîk edemeyeceğinden, hak dîn olan İslâmı bırakıp muharref olan Hıristiyanlık dînini tercîh eder.

Üçüncüsü: Bir Müslüman, muharref olan Hıristiyanlık dînini kabûl edemez. Çünkü, bugünkü Hıristiyanlık, o günkü Hıristiyanlık gibi değildir. Zîrâ,  o zamân  sefâhet de bu kadar yoktu. O gizli komite tamâmen sefâheti teşvîk ediyor, harâmları resmî olarak meşrû’laştırıp ibâhe ediyor; para ve serveti elinde tuttuğu için de para karşılığı Müslümanları dînden ve îmândan ediyor. Onun için, Müslüman burada aldanabilir. Hem başta Papa olarak bugünün Hıristiyan dîn adamlarının telkíniyle gençlerin hevesâtı tahrîk ediliyor; harâmlar mübâh addediliyor, Cennet de peşkeş çekiliyor. Komünistler hiç olmazsa Cennet’i peşkeş çekmiyordu. Elbette bu cereyân, komünistlikten bin def’a daha tehlikeli ve bin derece daha muzırdır.
Demek, mezkûr üç noktaya binâen bugünkü bir Müslümanın, rahatça İslâmiyyeti bırakıp, bugünkü ibâhe mesleğini esâs alan bâtıl Hıristiyanlığa girmesi mümkündür. Çünkü: Bugün ne Müslüman dînini biliyor, ne aklıyla muhâkeme yapabiliyor; ne de Hıristiyanlık eski muharref hâlini koruyor. Bugünkü Hıristiyanlıkta sâdece ibâhe mesleğine revâc veriliyor. Müslümanlar da bu sefâhetten kendilerini kurtaramıyorlar. Bugünkü Hıristiyanlık, eski muharref Hıristiyanlık dîninden fersah fersah uzaktır; tamâmen bozulmuştur. Zîrâ,  hevesât-ı insâniyyeyi tahrîk eden fuhşiyyâtın her nev’ini hem resmî olarak ve para karşılığında serbest ediyor, hem de bunu dînen mübâh addediyor. Hem para veriyor, hem hevesâtı tahrîk ediyor;  hem Cennet’i peşkeş çekiyor; hem de buna dîn ismini koymuş. Elbette bu cereyân, o günkü komünistlik cereyânından bin def’a daha güçlüdür ve bin def’a daha tehlikelidir. Bu hâl karşısında Papalık müessesesi ise yalnız şunu diyor: “Biz, devletin işine karışamıyoruz. Devletin serbest ettiği şeyler mübâhtır. Ne günâh işlersen işle! Yeter ki Îsâ’yı kabûl et. Afva tâbi’sin.” Hiçbir hukúk ve hudûd tanımıyor; alenen, “Îsâ (as) Rab’dir” veyâ “Îsâ Ellah’ın oğludur” diyor, bütün hevesâtı serbest ediyor; üstelik bunun için para da dağıtıyor. Hangi insân bu câzibeye karşı dayanabilir?

O gizli ecnebî komite, komünistlikte ve ırkçılıkta âciz kalınca ve tam muvaffak olamayınca; Yahûdîlerden bir kısmını Hıristiyan dîn adamı ve Hıristiyan dînine mensûb olarak gösterdi; muharref olan Hıristiyanlık dîninde yeniden ba’zı reformlara gitti ve bunu da asılları Yahûdî olan Papa ve Hıristiyan dîn adamları vâsıtasıyla yaparak âlemde Hıristiyanlık dîni adı altında dînsizliği neşrettirdi. Bu gizli zındıka komitesine karşı Müslümanlar çok müteyakkız olmalı ve Üstâd Bedîüzzamân Hazretlerinin cümlelerini tahrîf etmeden yerinde anlamalıdırlar.

Unutulmamalıdır ki, bütün bu planları çeviren, o gizli ecnebî komitedir. Bugün o gizli ecnebî komite, Hz. Mûsâ (as)’dan bugüne kadar yaptıkları bütün cinâyetlerini örtmek ve insânların nefretinden kurtulmak; komünizmi hâkim kılmak nâmı altında  yaptıkları  zulüm ve itâbdan teberrî etmek; Birinci ve İkinci Cihân Harblerinde, Fransız ve Rus ihtilâllerinde yaptıkları hakáretten berî olduklarını ortaya koymak; Abdülhamid’e yaptıkları hakáretten temize çıkmak ve bunlar gibi bütün kusûrlarını kapatmak  için;  “hoşgörü” nâmı altında bir plan kurdular, Hıristiyanlığı câzibedâr hâle getirerek onunla kendilerini medh ü senâ edip bütün dünyâya sevdirmek istiyorlar. Bu nasıl bir oyundur? Düşünülsün!

Yanlış anlaşılmasın! Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri -hâşâ- “Hıristiyanlık iyidir” demiyor; muharref Hıristiyanlığı tasvîb etmiyor. Zîrâ,  bâtıl bir dîndir. Üstâd Bedîüzzamân Hazretlerinin zamânında o eski muharref Hıristiyanlık dîninin Müslümanları aldatmaya gücü yoktu, hem sefâhet de bu kadar yayılmamıştı. O gün için en dehşetli düşman komünizmdi. Bugünkü Hıristiyanlaştırma nâmı altında insânları ibâhe mesleğine götürme cereyânı ise komünistliğin çok ötesinde bir cereyândır. Nasıl ki, komünizm ehl-i nâmusun nâmusunu ve mallarını ibâhe ediyordu. Bu cereyân ise komünizme mukábil, kayıtsız şartsız her günâhı ibâhe ediyor. Dolayısıyla bugün Hıristiyanlık nâmı altında revâca verdirilen bu üçüncü cereyân, komünistlikten bin derece daha tehlikeli ve daha dehşetlidir. Bunlara Hıristiyan denilmeyeceği gibi, bu dîne de muharref Hıristiyanlık dîni denilmez. Belki o gizli komitenin planıyla fuhşiyyât ve dînsizliğin adına Hıristiyanlık denilmiştir. Tâ ki, parayla insânları kandırdığı gibi; Cennet müjdesiyle de kandırsın! O gizli ecnebî komite, bu dînsiz cereyânın ismini dîn koymuş, beşeriyyeti sefâhet ve helâkete götürüyor; bu zındıka cereyânının dînle hiçbir alâkası yoktur. O gizli komite, Hıristiyanlık dîni nâmı altında dînsizliği yerleştirmekle yetinmeyip, belki doğrudan doğruya İslâmiyyeti tebdîl, tağyîr ve tahrîf edip, İslâmiyyetsiz bir İslâm getirmek istiyor. Âlem-i İslâm’da dîn nâmına yapılan bütün reform hareketleri bu maksadın tahakkuku içindir. Müslümanların bu sinsi ve dehşetli oyuna kapılmamaları husûsunu ferâsetlerine havâle ediyoruz.

Muhammed Doğan'ın (Molla Muhammed el-Mûşî el-Kersî) beyanatları Nurmend.com sitesinden başka bir platformda yayınlanmamaktadır. © 2014-2023 | Her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Nurmend - Şerhmend
0.372 sn. deSen
↑ Yukarı