tel tel tel
Kur'an-ı Kerim'den
Ey insanlar! (Siz, ekseriyetle dünya hayatını ahiret hayatına tercih ediyorsunuz. Halbuki ahiret, dünyadan daha hayırlıdır ve devamlıdır.) Ahiret hayatı ebedidir. Ehl-i iman hakkında cismani ve ruhani saadetleri camidir. Dünya hayatı ise fanidir. Elem ve kederden hali değildir.
(A’la, 87/16-17)
Hadîs-i Şeriflerden
İnsanlara merhamet etmeyen kimseye Ellah da merhamet etmez.
(Buhari, Edeb 18)
Dualardan
Feya Rabbî, ya Hâlıkî, ya Mâlikî! Seni çağırmakta hüccetin hacetimdir. Sana yaptığım dualarda uddetim fâkatimdir. Vesilem fıkdan-ı hile ve fakrimdir. Hazinem aczimdir. Re's-ül malım, emellerimdir. Şefiim, Habibin (Aleyhissalâtü Vesselâm) ve rahmetindir. Afveyle, mağfiret eyle ve merhamet eyle yâ Ellah yâ Rahman yâ Rahîm! Âmîn!
(Mesnevi-i Nuriye)
Vecîze
Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.
Mektûbat

ÂHİRZAMÂNDA ÎSEVÎLERİN HAKİKİ DÎNDARLARI EHL-İ KUR’AN İLE İTTİFÂK EDECEKLER MES’ELESİNİN İZAHI

 “Yirminci Lem’a”nın “İkinci Sebeb”inde geçen şu gelecek hâşiyenin şerh ve îzâhı hakkındadır. O gizli zındıka komitesi, bu hâşiyeyi dahi te’vîlât-ı fâside ile te’vîl edip binlerce ehl-i îmânın îmânını sarsmaktadır.

“Hadîs-i sahîhle, Âhirzamânda Îsevîlerin hakíkí dîndarları ehl-i Kur’ân ile ittifâk edip, müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacakları gibi, şu zamânda dahi ehl-i diyânet ve ehl-i hakíkat, değil yalnız dîndaı, meslekdaşı, kardaşı olanlarla samîmî ittifâk etmek, belki Hıristiyanların hakíkí dîndar rûhânîleri ile dahi medâr-ı ihtilâf noktaları muvakkaten medâr-ı münâkaşa ve nizâ’  etmeyerek, müşterek düşmanları olan mütecâviz dînsizlere karşı ittifâka muhtâctırlar.”

Yukarıdaki cümlelerin şerh ve îzâhına geçmeden önce, Müellif (ra)’ın bahsettiği  “ ‘Müşterek Düşman’ kimdir?”, “ ‘Medâr-ı İhtilâf Noktaları’ nelerdir?”, “Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında olan ‘Medâr-ı İttifâk Mes’eleler’ hangileridir?” suâllerine cevâb olacak bir mukaddime zikredeceğiz.

                           MUKADDİME

Evvelâ: Müellif (ra)’ın bahsettiği “müşterek düşman”ın kim olduğunu îzâh edeceğiz. Şöyle ki:

 “Hakíkatü’l-Yahûd” adlı eserin ifâdesine göre:
Dünyâdaki bütün inkılâbları yapan, bütün ihtilâllere parmak karıştıran, harb ateşini tutuşturup yöneten ve menfaatlerini savaşlar üzerine binâ eden Yahûdî milletidir. Bunu da muharref Tevrât’ın, Talmud’un ve Protokolat’ın ta’lîmâtlarından alıyorlar. Hedeflerine ve menfaatlerine ulaşmak için her çeşit yola başvuruyorlar. Hedefleri de, iddiâ ettikleri başkentleri olan Kudüs’ten bütün dünyâya hükmetmektir.

Yahûdîler, başkalarının kanını dökmeden önce maddî, kültürel ve edebî yönden onlara galebe çalarlar. Bu üç yönden başkalarına gálib gelmek ve kendilerinden başka milletleri imhâ etmek sûretiyle hedeflerine kolay kavuşurlar. Maddî yönden büyük mal ve servet biriktirip, o servetle dünyâca mühim olan ba’zı insânları elde ederler. Eğer bu insânları maddiyyât ile elde edemezlerse, bu defa onlara belli makám ve mevkı’leri rüşvet vermek sûretiyle onları elde ederler. Eğer bununla da gáyelerine ulaşamazlarsa, tehdîd ve cebr ile isteklerini yerine getirirler. Netîcede elde ettikleri bu insânları, dünyâda kavuşmak istedikleri emellerine ve bilhâssa âlemde harblerin vücûd bulmasına âlet ederler.

YAHÛDÎLERİN DÜNYÂYA HÜKMEDEN GİZLİ HÜKÛMETİ


Yahûdîler, âlemde gizli bir hükûmet teşkîl etmişlerdir. Bu gizli hükûmeti, 300 kişi idâre etmektedir. Bunlar dâimâ bir hahamı, bu gizli hükûmetlerine reis olarak seçmektedirler ve onun ismini aslâ i’lân etmezler. Yâni, o reis olan hahamın kim olduğunu onlardan başka hiç kimse bilmez. Bu hükûmet reisi öldüğünde, onun yerine bir başkası seçilir ve bu reis, bir Yahûdî hahamı olmak zorundadır.

 1909 târihinde Yahûdî bir gazeteci, Almanya gazetesinde şunları yazıyor:
“Burada üç yüz kişiden oluşan bir hükûmet vardır ki, o üç yüz kişinin dışında  hiç kimse onları bilmez ve tanımaz. Bunlar bütün dünyânın husûsan Avrupanın geleceği hakkında hüküm verirler. Onlardan sonra yerlerine gelecek kişiler, ancak kendi yakınları olur. Yahûdîlerden müteşekkil o gizli komitenin asıl vazîfesi; dünyâdaki maddî imkânları elinde tutmak ve o imkânlarla kendi düşüncelerine ve menfaatlerine muhâlif olan her hükûmeti yıkmaktır. Yahûdîler, gizli hükûmetlerini zehirleyici bir ejderhaya benzetiyorlar. O ejderhanın kuyruğu Filistinde olup, başı âlemi zehirlemek sûretiyle tahrîbât yapmaktan aslâ geri kalmaz. Ejderhanın başı, âlemi harâb edip Kudüste bulunan ve bütün âleme hükmeden Yahûdî devlet idârecisinin  hükmünü gerçekleştirdikten sonra kuyrukla birleşir ve böylece Yahûdî milletinin birliğini Kudüs’te te’mîn eder.”

 O gizli hükûmetin sebeb olduğu ihtilâl ve savaşlardan bir kaçını nümûne olarak zikredeceğiz:

1- BÜYÜK FRANSIZ İHTİLÂLİ’NİN (1789) ARKASINDA MASON YAHÛDÎ CEM’IYYETİ BULUNMAKTADIR.
Yahûdîlerin Millî Eğitim Bakanlığı bu gerçeği şöyle i’tirâf etmektedir:

“Yapılan Fransız ihtilâlinin arkasında Yahûdîler vardı. Yahûdîlerin dünyâya hükmeden gizli hükûmeti, Üçüncü Protokol’da Yahûdî milletine hitâb ederek şöyle diyor: ‘Büyük ihtilâl dediğimiz Fransız ihtilâlini hatırlayınız. Onun asıl gizli hedefleri bellidir. Çünkü, onu biz gerçekleştirdik. Biz o zamândan beri, bütün milletlerin dizginini elimize alarak, onları bir felâketten başka bir felâkete, bir mahrûmiyyetten diğer bir mahrûmiyyete sürüklüyoruz.’ ”

2- BİRİNCİ DÜNYÂ SAVAŞI’NA (1914-1918) VE İKİNCİ DÜNYÂ SAVAŞI’NA (1940-1945) YAHÛDÎLERİN DÜNYÂYA HÜKMEDEN GİZLİ HÜKÛMETİ SEBEB OLMUŞTUR.
O gizli hükûmet, Birinci Dünyâ Savaşı’nın İngiliz’lere büyük fayda sağlayacağını söyleyerek onları iknâ etmişlerdi. Büyük Britanya (İngiltere) buna aldanarak 1914ten 1918e kadar bu savaşı sürdürdü. Yahûdîlerin büyükleri, bu harbin netîcesinde hedeflerini ve  menfaatlerini gerçekleştirdiler. O da, milyonlarca İngiliz, Amerika’lı ve Fransız’ın kanının dökülmesi idi.
Yahûdî Markos Rafac şunu i’tirâf ediyor:
“Biz Yahûdîler, bütün savaşların arkasında bulunuruz. Birinci Dünyâ Savaşı, bizim bütün âleme hâkimiyyetimizi gerçekleştirmek için olmuştur.”

Yine Yahûdî Oskal Lifi şunu söylüyor:
“Yahûdî unsurlar, kapitalizmin ve komünizmin temelinde yer almaktadır. Yahûdîlerin seçilmiş ve âlemi kurtaran bir millet olduğu hikâyesini biz uydurduk. Oysa biz, bu gün âlemi fesâda verip tahrîb etmekten  ve bütün dünyâyı helâk etmekten başka bir şey yapmış değiliz. Biz sizi Cennet’e ve saâdete götüreceğiz sözünü verdik. Oysa bilfiil sizi Cehennem’e götürüyoruz.”

Henry Ford şöyle diyor:
“Ben kesin emînim ki, savaşlar bir taraf kazansın diye gerçekleşir. Bununla berâber savaşlardan devâmlı istifâde edip kazanan, âlemdeki Yahûdîlerdir. Çünkü, onlar, önce savaşın olmasına teşebbüs ederler. Savaştan önce silâh ve zâhire ticâretini yaparak büyük kazanç elde ederler. Savaş esnâsında her iki tarafa takdîm ettikleri borçtan büyük servet edinirler. Savaştan sonra da o memleketin gelir kaynaklarına el koyarlar.”

3- KOMÜNİZM, YAHÛDÎLERİN DÜNYÂYA HÜKMEDEN GİZLİ HÜKÛMETİNİN ESERİDİR.
Feyleks, Uto, Ceyrum, Maks, Stive gibi Yahûdîlerin büyükleri, Rusyadaki inkılâbın gerçekleşmesi için milyonlarca dolar sarf etmişlerdir. Yahûdîler, komünizm ihtilâli netîcesinde başa geçmekle, Rus milletinden milyonlarca yaşlı, kadın ve çocukları öldürmek sûretiyle intikám almışlardır. Komünizm ihtilâlinin başında da yine Yahûdî milleti vardı.

4- İSLÂM HILÂFETİNİN YIKILMASI, YAHÛDÎLERİN DÜNYÂYA HÜKMEDEN GİZLİ HÜKÛMETİNİN ESERİDİR.
Hükemâ lâkabıyla anılan Yahûdîler, bizzât i’tirâf ederler ki: Yahûdîlik büyük bir ejderhadır, kuyruğu Kudüste sâbit olup başı bütün âlemin şehirlerini gezer. O ejderha, Yahûdîlerin menfaatine engel olmaya çalışan herkesi ısırır ve zehirler. Bu hâl, Yahûdî milletinin bütün milletlere gálib gelip, bütün âleme hâkim olmasına kadar devâm edecektir. O zehirli ejderhanın başı, İslâm hılâfetiyle berâber olup onunla güreşir ve onu yıkıncaya kadar ısırır. Sonunda İslâm hılâfetini ilgá eder.

O gizli hükûmet, böylece Türkiyeyi, Osmanlı devletinin diğer parçalarından ayırdı. Bununla büyük İslâm devletini bitirdi. Laiklik Türkiye’de i’lân edildi ve bütün İslâm devletlerine de yayıldı. İslâm âlimleri sıkıntı ve işkenceye ma’rûz kaldılar ve bu uğurda çok âlimler asıldı, çok mescîdler kapatıldı. Ezan ve namazın Arapça olarak uygulanması yasak edildi. Bütün halka, İslâm kıyâfetine bedel Avrupaî kıyâfet mecbûrî kılındı. Ve hâkezâ bütün bu inkılâbların temelinde Yahûdîlerin parmağı vardı.

Hüviyeti ve akídesi ne olursa olsun Yahûdî, Yahûdîdir. O, ba’zân İngiliz, ba’zân Amerikan, ba’zân Arap, ba’zân Fransız kimliğini taşır. Fakat, Yahûdîlik menfaatine zarâr geldiğinde o, her şeyi arkaya atar. Yahûdîlik fikrine hizmet eder.

 Yahûdî, münâfıklık yaparak ba’zân Müslüman, ba’zân de Hıristiyan gibi görünür. Bunu da kaleyi içten çökertmek için yapar. Dünyânın neresinde bir dîn, bir mezheb veyâ felsefî bir görüş ortaya çıksa, Yahûdîler onu araştırıp tedkík ederler. Eğer o görüşler, onların menfaatlerine ve inançlarına ters düşerse, ona hücûm edip sustururlar. Eğer o fikir ve düşünce, onların şer ve fesâd güçlerine kuvvet verirse, ona yardım edip revâc verirler.

5- ARAP CÂMİÁSI, YAHÛDÎLERİN DÜNYÂYA HÜKMEDEN GİZLİ HÜKÛMETİNİN  ESERİDİR
Yahûdîler, Fransız ihtilâlini ve Rusya’daki komünistliği gerçekleştirdikten sonra, doğu ve batı Avrupaya hâkim oldular. Bunun akabinde Filistinde devletlerini kurmaya çalıştılar. Fakat, buna yegâne mâni’, İslâm hılâfeti idi. Yahûdîler, hîle ve desîselere yeltenerek Âlem-i İslâm’da öncelikle milliyetçilik fikrini neşrettiler ve dediler ki: “Sizin geri kalmanıza sebeb, yalnız İslâmiyyettir. Güzel bir hayât yaşamak istiyorsanız, İslâmiyyeti bırakıp milliyetinizi ön plana çıkarmanız gerekir.” Bu desîse ile Mısırın önderliğinde 1945te “Arap câmiásı” kuruldu. Yâni, bir devlet yerine, Arap âleminde 22 devlet kuruldu. Sonra Yahûdîler, Arapları Arap milliyetçiliğinden de vaz geçirip, vatan ve toprak müdâfaasına sevk ettiler. Yâni, Mısır toprakları Mısırlılarındır; Yemen Yemenlilerindir; Irak Iraklılarındır ve hâkezâ deyip İslâm âlemini parçaladılar. Aslında bütün bunları, kendi devletlerini kurmak için yaptılar. Bu hîle ve desîseler netîcesinde Arapların bugün hiçbir fonksiyonu ve birliği kalmamıştır. Arapları yükselten, birleştiren ve onları kuvvet sâhibi kılan yegâne unsur, onların Kur’ân’a dönmeleridir. Acabâ bunu düşünen var mıdır?

6- YAHÛDÎLERİN DÜNYÂYA HÜKMEDEN GİZLİ HÜKÛMETİ, ÜÇÜNCÜ DÜNYÂ SAVAŞININ PLANINI ÇİZİYOR.
Yahûdîlerin gizli hükûmeti, Üçüncü Dünyâ Savaşıyla âlemdeki enkázın üzerinde “Büyük İsrâîl Devleti”ni kurmayı düşünüyorlar. Her ne vakit Yahûdîler hakkında tehlikeli bir durum görseler, Yahûdîlerin büyükleri Macaristanın başkenti Budapeşte’de bulunan Büyük Yahûdî Hahamı’nın kabrinde toplanırlar ve burada Yahûdî âlemini ilgilendiren her konu ve planı konuşup görüşürler.
1954’te Haham Amanuel İvanovitiş, Avrupa Yahûdî büyüklerinin de bulunduğu gizli bir toplantıda bütün dünyâyı tehlikeye atan bir konuşma yapmıştır. Amerika haber merkezi, bu konuşmayı keşfedip neşretmiştir. Bu konuşmanın ba’zı ifâdeleri şöyledir:

“İkinci Dünyâ Savaşı’nı Yahûdîlerin menfaati için yaptık. Fakat, bakıyoruz ki, şu anda âlemin her tarafında Yahûdîlerin aleyhinde olaylar cereyân ediyor. O hâlde Üçüncü Dünyâ Savaşı’nı koparmalıyız. Tâ ki, bu savaş netîcesinde Yahûdî milleti, bütün dünyâya hâkim olup binlerce sene refâh ve selâmet içerisinde yaşasın ve Yahûdîlik dîni dünyâda yegâne dîn olsun.”

 İşte bütün dünyâ devletlerine hükmeden ve dünyâda bütün fitneleri çeviren, bütün harb ateşlerini yakan, her nev’i ihtilâllere parmak karıştıran ve bütün şer odaklarının menbaı olan bu şerîr milletin mâhiyyetinden Bedîüzzamân (ra) Hazretleri şöyle bahsetmektedir:

“Yahûdîlere müteveccih şu iki hükm-i Kur’ânî, o milletin hayât-ı ictimâıyye-i insâniyyede dolap hîlesiyle çevirdikleri şu iki müdhiş düstûr-i umûmîyi tazammun eder ki, hayât-ı ictimâıyye-i beşeriyyeyi sarsan ve say ü ameli, sermâye ile mübâreze ettirip fukarâyı zenginlerle çarpıştıran, muzâaf ribâ yapıp bankaları te’sîse sebebiyyet veren ve hîle ve huda ile cem-i mâl eden o millet olduğu gibi, mahrûm kaldıkları ve dâimâ zulmünü gördükleri hükûmetlerden ve gáliblerden intikámlarını almak için her çeşit fesâd komitelerine karışan ve her nev’i ihtilâle parmak karıştıran yine o millet olduğunu ifâde ediyor.”

Görüldüğü gibi Hakíkatü’l-Yahûd adlı eserin müellifinin ve Üstâd Bedîüzzamân Said Nursî Hazretlerinin muhâtabı, Âlem-i İslâm’daki devletler, bâhusûs Türkiye devleti ve ba’zı eşhâs değil; belki bütün dünyâ devletlerine hükmeden ve kaynağı dışarıda olan gizli zındıka komitesidir.

Yahûdî milletinden müteşekkil bu gizli komite, bütün semâvî ve muharref dînlerin düşmanıdır.  Yahûdîler, önce kendi dînlerini tahrîf ettiler, daha sonra Îsevî dînini tahrîf edip Hıristiyanlık dînini uydurdular. Îsevî dîninden  sonra da İslâmiyyet dînini tahrîf etmek için her türlü plan ve entrikaya başvurmaktadırlar.

Evet, Hazret-i Îsâ (as)’dan sonra Îsevî dînini tahrîf edip “Hıristiyanlık” nâmı altında muharref bir dîni ihdâs  eden ve Hıristiyanların can ve mallarını imhâ eden o gizli komite olduğu gibi; Hazret-i Muhammed (asm)’ın dînini tahrîf etmek için asırlardır her türlü plan ve entrikayı çeviren ve Müslümanları ezen de yine o gizli komitedir. Demek, o gizli komite, hem Hıristiyanların, hem de Müslümanların düşmanıdır. Yahûdî milletinin, bâhusûs o milletten müteşekkil gizli zındıka komitesinin Îsevî dîni ve Hıristiyanlar hakkında yaptığı tahrîbâtı kısaca zikredeceğiz:

Hazret-i Îsâ (as)’ın semâya ref’ edilmesinden seksen sene sonraya kadar İncil ehli, İslâm dîni üzerine idiler. Bu, onlarla Yahûdîler arasındaki harbe kadar devâm etti. Yahûdîlerin cesûr bir kumandanı vardı, ona “BOLİS” (PAVLUS) deniliyordu. Pavlus, Hazret-i Îsâ (as)’ın ashâbından çok kimseleri öldürdü. Daha sonra Yahûdîlere dedi ki:

“Eğer Îsâ hak peygamber ise, onunla berâber olanlar da haktır. Biz ise onları öldürdük. O hâlde bizim yerimiz Cehennem’dir. Onlar Cennet’e gidecek, biz ise Cehennem’e gireceğiz. Bu durumda biz zarâr ederiz. Onların (Îsevîlerin) de Cehennem’e gitmesi için onlara hîle yapıp saptıracağım.”

Pavlus, Îsevîlerin yanına gitti, onlarla savaştığı için pişman olduğunu dile getirdi, başına toprak saçtı ve Îsevîlere dedi ki:

“Ben Pavlus’um. Sizin düşmanınızdım. Ancak  bana gökten bir ses geldi ve: ‘Senin tevben, ancak Îsevî olursan kabûl olunur’ dedi.”

Bunun üzerine Îsevîler, Pavlus’u kilisenin bir odasına koydular. Bir sene gece-gündüz orada kaldı ve hiç dışarı çıkmadı. İncil’i iyice öğrendi. Bir sene sonra kiliseden çıktı ve Îsevîlere dedi ki:

“Bana gökten bir ses geldi ve  Ellah bana, ‘Tevben kabûl oldu’ dedi.”

Îsevîler, onu tasdîk edip sevdiler ve Pavlus onların reisi oldu

Sonra Beytü’l-Makdîs’e geçti. “NASTURA” isminde birisini onlara halîfe yaptı. Nastura’ya sır verdi; yâni gizli bir şeyler öğretip şöyle dedi:

“Meryem oğlu Îsâ, ilâh’tır.”
Sonra Rumlara döndü, onlara;
“Îsâ’nın bir ilâhlık, bir de insâniyyet yönü vardır” diye bildirdi.

Sonra “YAKUB” denilen bir adama sır verip dedi ki:
“Îsâ insân değildir ki, insân olsun, cisim değildir ki, cisim olsun. Belki O, Ellah’ın oğludur.”

Sonra bir başka adam çağırdı, onun ismi “MELİK” idi. Ona da şöyle dedi:
“Ellah ölmez ki, Îsâ da ölsün.”
Bu üç adamı ayrı ayrı çağırıp görüştü ve onların her birine, “Siz benim sırdaşımsınız. Ben Îsâ ile görüştüm. Benden râzı oldu” dedi. Sonra yine onlara ayrı ayrı, “Kendimi yarın keseceğim, kurban edeceğim” dedi.

Sonra mezbahaya (kurban kesim yerine) girdi ve kendisini kesti. Pavlus’un kendisini kesmesinin üçüncü gününde bu mezkûr üç kişi halkı kendi fikirlerine çağırdı. Onlara (bu üç kişiye) ayrı ayrı tâifeler tâbi’ oldu. Bu tâifeler bugüne kadar birbirlerini öldürdüler, ihtilâfa düştüler. Böylece Hıristiyanlar üç fırkaya ayrılmakla Îsevîlik dîni muharref bir dîn hâline gelmiş oldu. Onların şirke girmesine ve aralarındaki ihtilâf sebebiyle asırlar boyunca devâm eden harblere, bu Pavlus denilen Yahûdî sebeb oldu.

Yahûdî milleti, Pavlus’un Îsevî dînini tahrîf etmesiyle kalmadılar. Îsevî dîninde tahrîfât asırlarca devâm etti. Meselâ, Bizans İmparatoru Konstantin, Hıristiyanlık dîninde şu tahrîfâtları yaptı:

1) Domuz etininin helâl kılınması.
2) Kıblenin tahvîli. (Önceleri Beyt-i Makdîs’e yönelerek namaz kılarlarken, tahrîften sonra doğuya yöneldiler.)
3) Kilise duvarlarına resimlerin yapılması.
4) Kiliselere heykellerin konulması.
5) Hitân’ın (erkek çocukların sünnet edilmesinin) kaldırılması.
6) Orucun bahar mevsimine kaydırılması ve elli güne çıkarılması
7) Ruhbânlığın ihdâsı vb.

Konstantin, M.325’de İznik’te bir konsil topladı. Pek çok İncil nüshalarından dördü, yâni “Matta, Markos, Luka ve Yuhanna” İncil’leri kabûl edildi. Konsilin sahîh saymayarak Yeni Ahit dışında bıraktığı İncil’ler arasında en meşhûru Barnaba İncili’dir. Bu İncil’de bugünkü Hıristiyanlığın aksine, Ellah’ın  birliğini, Hz. Îsâ (as)’ın Ellah’ın kulu ve rasûlü olduğunu, ilâh olmadığını, çarmıha gerilenin Hz. Îsâ (as) olmadığını ve Hz. Îsâ (as)’dan sonra bir peygamber geleceğini ismiyle bildirmektedir.

Bu târihî gelişim, 250 sene önceye kadar böylece devâm etti. 250 seneden bu yana ise Yahûdî milleti gizli bir hükûmet kurdu. O gizli hükûmet, Hıristiyanları hem harblerde (Fransız İhtilâl-i Kebîri, Rus İhtilâli, Birinci ve İkinci Dünyâ Harbinde olduğu gibi) katletmek sûretiyle ezdiler ve maddeten perîşân ettiler; hem de papaları elde edip kendi saflarına çekerek vazîfelerini de kendileri ta’yîn edip Hıristiyanların başına musallat ettiler. Ba’zân da kendi adamlarını, yâni Yahûdîleri, papa olarak ta’yîn edip Hıristiyanların başına getirdiler. Bu gizli komite, her defasında medeniyyet, demokrasi, insân hakları, hürriyyet, müsâvât, kadın hakları gibi nâmlar altında kelime oyunları yaparak Hıristiyan âlemini bozdular ve muharref dînlerinden uzaklaştırdılar. Bugün de o gizli komite, Evangelist nâmı altında başka bir tâifeyi yetiştirerek Hıristiyan âleminin belki bütün dünyânın başına musallat etmiştir. Bir eski Bakandan aktaracağımız şu bilgiler hayli dikkat çekicidir.

“Evangelizm”, sözlük karşılığı yönünden, “Kutsal Kitâba yönelmek” ma’nâsını taşır. Bu ta’bîr ilk kez Protestan Reformu sırasında Luther ve onun bağlıları için kullanılmıştır. Ancak, bugün için Evangelizm,  Amerikadaki Hıristiyan toplumunun tutucu kanadını ifâde etmektedir. 20. yüzyıl başında ABDde Protestanlar arasında liberaller ve tutucular ayrımı baş göstermiş, tutucular kendilerine önce “fundamentalist” (kökten dînci) adını vermiş, sonraları da Evangelistler olarak tanımlanmaya başlamışlardır.

Bugün Amerikada 30 milyonun üzerinde Evangelist Protestan vardır ve bunlar, Eski Ahit’in; “Yahûdîlerin Tanrının seçilmiş halkı olduğu, Kutsal Toprakların Yahûdîlerin malı olduğu, Yahûdîlerin Mesihin gelişi ile birlikte bir dünyâ egemenliğine ulaşacakları” gibi hüküm ve kehânetlerini tamâmen kabûl ederler. Bu sebeble de, bu konuda kendilerine düşen en büyük misyonun, Yahûdîlerin egemenliğine destek vermek olduğunu düşünürler.

İşte Evangelistler ile Yahûdîlerin işbirliği netîcesinde dünyâ bu sona doğru götürülmek isteniyor. Tevrât’ın şifresine göre, bu yüzyıl 3.Dünyâ Savaşı’nın yaşanacağı bir devirdir.

Evangelistlerin inancına göre, Nil ile Fırat arasındaki yerler “Arz-ı Mev’ûd”, yâni Yahûdîlere vaad edilen topraklardır. Bu bölgede Büyük Yahûdî devleti kurulacak ve ancak ondan sonra Îsâ yere inecek, bu devletin başına geçecek, Deccâl’ı yenecek ve bin yıllık hâkimiyyet başlayacak. Evangelistler böyle bir kehânete inanıyorlar ve bu kehânetin gerçekleşmesine yardımcı olmak istiyorlar. En mühimi, bugün ABD’yi yöneten ‘globalist çete’nin gizli dînî Evangelizmdir. Ve de Bush, bu dînin samîmî bir müminidir.

 Evangelizm için kestirmeden söylenecek bir söz var: “Evangelistler Hıristiyan siyonistlerdir.”

Dahası, Evangelistlerin siyonistliği, Yahûdî siyonistlerden daha kesin, daha keskin, daha cesûr ve daha militanca... Çünkü, onlar, Yahûdîlerin Tanrı’nın seçkinleri olduğuna inanıyorlar. Yahûdî doğmadıklarına üzülüyorlar ve Yahûdîliğin dünyâ hâkimiyyeti için çalışıyorlar.1
 Hıristiyan âlemini maddeten ve ma’nen çökerten bu dehşetli gizli zındıka komitesinin İslâmiyyet aleyhindeki faaliyyetlerine gelince…
O menhûs Yahûdî milleti, Rasûl-i Ekrem (asm) peygamberlik vazîfesiyle ortaya çıktığı zamân, hemen risâletini inkâr ettiler. Çünkü, kendilerinden bir peygamberin geleceğine inanıyorlardı. Hazret-i Peygamber (asm), Yahûdîlerle her ne zamân anlaşma yapmış ise, onlar anlaşmayı bozmuş; müşriklerle birleşip Müslümanlar aleyhinde plan ve entrika çevirmekten geri durmamışlardır. Hattâ, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (ra)’ün şehîd edilmelerinde yine bu menhûs millet büyük rol oynamıştır. Osmanlı Devleti de bu Yahûdî milleti ile sekiz yüz seneden beri mücâdele edip İslâmiyyeti onların şerrinden muhâfaza etmeye çalışmışlardır. Ancak, netîcede hılâfet-i İslâmiyye, Yahûdîler tarafından kaldırılmıştır.

Yahûdî milletinden müteşekkil o gizli hükûmetin hılâfet-i İslâmiyyeye son vermek ve Filistin’de Yahûdîlerin dünyâya hükmeden hükûmetini kurmak gáyesiyle Sultân Abdülhamid’e  gönderdikleri teklîfler husûsunda bir dergide şu açıklama yer almaktadır:

“Yahûdîler, en büyük zenginlerinden olan Karaso’yu alçakça bir teklîf ile Sultân Abdülhamid’e gönderdiler. Karaso, Abdülhamid’e şöyle dedi: ‘Ben, mason cem’ıyyeti tarafından zât-ı âlînize bir teklîf ile geldim. Teklîfimiz şudur ki: Devletçe borçlusunuz. Borcunuzu ödemek üzere 5 milyon altın lira devletinizin hazînesine hediye ediyoruz; 100 sene sonra ödemek üzere 100 milyon altın lira da fâizsiz borç veriyoruz. Buna karşılık bize Filistin’den az bir arâzi hakkı tanıyınız.’

“Karaso sözünü bitirmeden, Sultân Abdülhamid Karaso’ya refâkat eden adama hiddetle bir baktı ve ona şöyle dedi: ‘Bu domuzun hangi teklîf ile geldiğini bilmiyor muydun?’ O adam, Sultânın ayaklarına eğilip yemîn içerek bu teklîfle geldiğini bilmediğini belirtti.  Abdülhamid Karaso’ya baktı ve, ‘Ey alçak, huzûrumdan çık git!’ dedi. Bunun üzerine Karaso dedi ki: ‘Mâdem sen, bu teklîfimi reddettin. Saltanatın tehlikeye girdi.’

O cem’ıyyet,  Karaso’dan sonra 1901-1902 senelerinde Sultân Abdülhamid’e Herzl’i gönderdi. Herzl ona, ‘Filistin’de bize bir hak ver, biz de bunun mukábilinde size yardım edelim. Ne kadar para isterseniz verelim ve borcunuzu ödeyelim’ dedi. Sultân Abdülhamid bu adamın teklîfini de reddedip onu kovdu ve şöyle dedi:

‘Bir daha ikinci kez böyle bir teklîfle karşıma gelme. Ben Filistin’den bir karış  arâzi bile Yahûdî milletine vermem. Çünkü, bu topraklar benim değil. Belki Ümmet-i İslâmiyyenindir. Oradaki bütün topraklar, Müslümanların kanı ile sulanmış ve alınmıştır. Gidin paranızı muhâfaza edin, bize faydası yoktur. Benim saltanatım bir gün yıkıldığı zamân, paranız size faydalı olabilir. Ben hayâtta olduğum müddetçe benim vücûdumdan etlerimin parçalanıp ayrılması, benim için Filistinin İslâm topraklarından ayrılmasından daha kolaydır. İslâm âlemi bizim cesedimiz mesâbesindedir, biz hayâtta olduğumuz müddetçe vücûdumuzun parçalanmasına aslâ müsâade etmeyiz.’

O gizli komite üçüncü kez mason cem’ıyyetinin en güçlüsü olan İttihat ve Terakkí Cem’ıyyeti’ni  devreye soktu.  Bu  gizli komite, son olarak Sultân Abdülhamid’e bir mektûb yazdı ve İttihat ve Terakkí Cem’ıyyeti vâsıtasıyla en son üçüncü bir teklîfte bulundu. 150 milyon İngiliz altın lirası karşılığında Filistin arâzisinden bir parça yer istedi.

Sultân Abdülhamid Han onlara şöyle dedi: ‘Değil 150 milyon İngiliz altını, dünyâ dolusu altın dahi verseniz, bu teklîfinizi kesin kabûl etmem. Ben 30 seneden fazla Ümmet-i Muhammediyyeye hizmet ettim. Ben Müslümanların sahîfelerine, ecdâdımın, sultânların ve Osmanlı Halîfelerinin defterlerine siyah leke vurmam.’

“Sultân Abdülhamid diyor ki: İttihad ve Terakkí Cem’ıyyeti, benim bu cevâbımı aldıktan sonra bana şöyle dediler: ‘Ya Filistin’den bize bir parça yer ver; ya da seni Selânik’e sürgün edeceğiz.’ Ben onlara şöyle dedim: ‘Saltanatımı terk ederim, Selânik’e sürgün giderim. Ama, size Filistin’den  bir karış toprak bile vermem. Ben Ellah’a hamd ettim ve edeceğim.’

“Yahûdîler, Sultân Abdülhamid Han’dan bir şey koparamayacaklarını anlayınca, onu halîfelik vazîfisinden azletmekte ittifâk ettiler. Arap âlemindeki şer güçlerden ve İslâm âlemini parçalamayı hedef tutan kişilerden yardım istediler. Bunların başında İspanya’dan sürgün edilip Selânikte yerleşen ve zâhiren Müslüman görünen Yahûdîler ve İttihat ve Terakkí Cem’ıyyeti vardı. Nihâyet II. Abdülhamid Han’ın hılâfeti sona erince; hâkimiyyet, İttihat ve Terakkí Cem’ıyyetinin eline geçti. İslâm Devletinin başına birer birer musîbetler geldi.  Yahûdîler böylece daha önceden planlamış oldukları icrââtlarını gerçekleştirdiler.”

Yahûdî milleti, Îsevî dîninde yaptıkları tahrîfât gibi; İslâm dîninde de tahrîfât yapmak için, hiçbir zamân fitne ve hîle çevirmekten geri kalmamışlardır. Ba’zı ulemâ-ı sûu elde ederek İslâm dîninde başlattıkları “reform hareketleri” bu da’vâmızın en açık delîlidir. Kezâ o gizli komite, mezkûr ihtilâllerle “ırkçılık marâzı”nı Âlem-i İslâm içine atarak ihtilâfı meydana getirdiler; böylece Müslümanları birbirine düşürdüler. Her defasında başka bir şey ortaya atarak, meselâ “demokrasi, insân hakları, hürriyyet” gibi kelimelerle saf Müslümanları aldatarak onları İslâmdan ve Kur’ân’dan uzaklaştırmak için her türlü entrikayı çevirmişlerdir. Bu asırda o entrikaların en mühimi de “misyonerlik faaliyyetleri” netîcesinde binlerce Müslümanın Hıristiyanlaştırılmasıdır.
İşte Müellif (ra)’ın “gizli komite”, “gizli zındıka komitesi” diye bahsettiği, bu menhûs Yahûdî milletinden müteşekkil o gizli hükûmettir. Bu dehşetli gizli komite, her defasında ayrı bir plan ile Âlem-i İslâm’ın başına musallat olmuştur. Bu gizli komite, bütün İlâhî dînlerin, husûsan İslâmiyyetin amansız düşmanıdır. Tek hedefleri ise, bütün dünyâya dînsizliği yayıp revâca vermek sûretiyle yeryüzünde Yahûdî milletini ve onların bâtıl inanç ve dînlerini hâkim etmektir. Çünkü, bu konudaki inançları şudur ki; dünyâda asıl millet kendileridir, diğer insânlar ise onlara hizmet için yaratılan hayvanlardır. Tek dîn de Yahûdîlik dînidir ve bu dîn millîdir.

 Müellif (ra)’ın “müşterek düşman” diye ta’bîr ettiği, eskide “komünistlik, sosyalistlik, demokrasi” nâmları altında icrâât gösteren o gizli komite olduğu gibi; şimdi de “Evangelist” nâmı altında dînsizliği revâca vermek sûretiyle hak dîn olan İslâmı ortadan kaldırmaya çalışan ve dünyâyı karıştıran da bu dehşetli gizli zındıka komitesidir. O hâlde Bedîüzzamân (ra)’ın “müşterek düşman” ta’bîrinden murâdı, komünistlik değildir. Belki bahsi geçen “ecnebî zındıka komitesi”dir. Zîrâ, komünistlik, o gizli komitenin dînsizliğe revâc vermek için ortaya attığı binlerce şer mihrâkından biri ve aynı zamânda Büyük Deccâl’ın ileri karakolu mesâbesinde olduğu gibi; bugün ise komünizm yerine hükümfermâ olan Evangelizm şer odağını kullanmaktadır ki, bu Evangelistler de büyük Deccâl’ı temsîl etmektedir.

Demek Deccâl’ın mühim kuvveti Yahûdî milletidir. Nitekim Bedîüzzamân (ra) Hazretleri bu husûsta şöyle buyurmaktadır: “Rivâyette var ki:‘Deccâlın mühim kuvveti Yahûdîdir. Yahûdîler, severek tâbi olurlar.’
Ellahu alem, diyebiliriz ki, bu rivâyetin bir parça te’vîli Rusyada çıkmış. Çünkü, her hükûmetin zulmünü gören Yahûdîler, Almanya memleketinde kesretle toplanıp intikámlarını almak için, Komünist Komitesinin te’sîsinde mühim bir rol ile Yahûdî milletinden olan ‘Troçki’ nâmında dehşetli bir adamı, Rusyanın başkumandanlığına ve terbiyegerdeleri olan meşhûr Leninden sonra Rus hükûmetinin başına geçirerek Rusyanın başını patlatıp bin senelik mahsûlâtını yaktırdılar. Büyük Deccâlın komitesini ve bir kısım icrââtını gösterdiler. Ve sâir hükûmetlerde dahi ehemmiyyetli sarsıntılar verip karıştırdılar.”

“Her iki Deccâl, (İslâm Deccâl’ı ile Hıristiyanların Deccâl’ı) Yahûdînin İslâm ve Hıristiyan aleyhinde şiddedli bir intikám besleyen gizli komitesinin muâvenetini ve kadın hürriyyetlerinin perdesi altındaki dehşetli bir diğer komitenin yardımını, hattâ İslâm Deccâlı masonların komitelerini aldatıp müzâheretlerini kazandıklarından dehşetli bir iktidâr zannedilir.”

Müellif (ra)’ın Kevser Sûresi’nin ba’zı esrârından bahsettiği “Sırr-ı İnnâ A’taynâ” nâmındaki eserinde, Yeniçeri içerisine giren Mason komitesinden ve Süfyâniyyetin birinci reisinin komitesinden bahsetmekte, yine Hicrî 1422 târihinden i’tibaren Büyük Deccâl’ın zuhûr edeceğinden ve Deccâl komitesinin ifsâdâta başlayacağından haber vermektedir. Mezkûr eserinde şöyle buyurmaktadır:

“Evet, o işi yapan ise küçük Deccâl’lerdır ki, Büyük Deccâl’ın ileri karakoludur. إِنَّ شَانِئَكَ هُوَ الأَبْتَرُ :  ile 1118 olmakla bu küçük Deccâllerden 100 sene sonra Büyük Deccâl’e işâret vardır. Nasıl ki, bu geçmiş yüzün iki başında mason komitesinin ve onun bir mukaddimesi olan Yeniçeri içerisine giren fesâd komitesi, o yüzün iki başındadır. Ellahu a’lem, bu gelecek yüzün dahi bu başında bu küçük Deccâl’ler komitesi, öteki başında Büyük Deccâl’ın komitesi bulunduğuna إِنَّ شَانِئَكَ هُوَ الأَبْتَرُ işâret ediyor.”

Hulâsâ: Büyük Deccâl, Yahûdî milleti nâmına hareket eder ve gücünü ondan alır.

Üstâd Bedîüzzamân, hayâtı boyunca o gizli zındıka komitesi ile mücâdele etmiştir. O gizli komite ise Üstâd Bedîüzzamân (ra)’ı ortadan kaldırmak için her türlü plana başvurmuşlardır. Nitekim Bedîüzzamân (ra) bu hakíkati eserlerinde şöyle ifâde etmektedir:

“Otuz sene evvel Dârü’l-Hikmet a’zâsı iken, bir gün arkadaşımızdan ve Dârü’l-Hikmet a’zâsından Seyyid Sadeddîn Paşa dedi ki: ‘Katî bir vâsıta ile haber aldım; kökü ecnebîde ve kendisi burada bulunan bir zındıka komitesi, senin bir eserini okumuş. Demişler ki, bu eser sâhibi dünyâda kalsa, biz mesleğimizi (yâni zındıkayı, dînsizliği) bu millete kabûl ettiremiyeceğiz. Bunun vücûdunu kaldırmalıyız, diye senin i’dâmına hükmetmişler. Kendîni muhâfaza et.’  Ben de ‘Tevekkeltü alEllah, ecel birdir, tegayyür etmez’  dedim.

“İşte bu komite, otuz sene, belki kırk seneden beri hem tevessü etti, hem benimle mücâdelede herbir desîseyi isti’mâl etti. İki defa imhâ için hapse ve on bir defa da beni zehirlemeye çalışmışlar. (Şimdi on dokuz defa oldu.) En son dehşetli plânları, sâbık dâhiliye vekilini ve Afyonun sâbık vâlisini, Emirdağ’ın sâbık kaymakám vekilini aleyhime sevk etmeleriyle, resmî hükûmetin nüfûzunu bütün şiddediyle aleyhimde isti’mâl etmeleridir. Benim gibi zaîf, ihtiyâr, merdümgiriz, fakír, garîb, hizmete çok muhtâc bir bîçâreye o üç resmî me’mûrlar, aleyhimde öyle bir propaganda ve herkesi korkutmak o dereceye gelmiş ki; bir me’mûr bana selâm etse, haber aldıkları vakitte değiştirdikleri için, ca’sûsluktan başka hiçbir me’mûr bana uğramadığını ve komşularımın da ba’zıları korkularından hiç selâm etmediklerini gördüğüm hâlde; inâyet ve hıfz-ı İlâhî bana bir sabır ve tahammül verdi. Emsâlsiz bu işkence, bu tazyîk, beni onlara dehâlete mecbûr etmedi.”
O gizli komite, kendi da’vâları için en büyük bir tehlike arz eden Bedîüzzamân’a sıkıntı vermek için hükûmeti tahrîk ettiklerini de Bedîüzzamân (ra) şöyle ifâde ediyor:

“Hükûmet beni tam himâye ve bana yardım etmek, milletin maslahatına ve vatanın menfaatına çok lüzûmu varken, beni sıkması îma eder ki; kırk seneden beri benim ile mücâdele eden gizli zındıka komitesiyle şimdi onlara iltihâk eden komünist komitesinden bir kısmı, ehemmiyyetli birer resmî makám elde ederek karşıma çıkıyorlar. Hükûmet ise, ya bilmiyor veyâ müsâade ediyor diye çok emâreler bana endişe veriyor.”

“Efendiler! Otuz-kırk seneden beri ecnebî hesâbına ve küfür ve ilhâd nâmına bu milleti ifsâd ve bu vatanı parçalamak fikriyle, Kur’ân hakíkatına ve îmân hakíkatlarına her vesîle ile hücûm eden ve çok şekillere giren bir gizli ifsâd komitesine karşı, bu meselemizde kendilerine perde yaptıkları insafsız ve dikkatsiz me’mûrlara ve bu mahkemeyi şaşırtan onların Müslüman kisvesindeki propagandacılarına hitâben, fakat sizin huzûrunuzda zâhiren sizin ile birkaç söz konuşacağıma müsâade ediniz.”

Bedîüzzamân Hazretleri eserlerinde yüzden fazla yerde bu gizli zındıka komitesinden bahsetmiş ve talebelerini, o gizli komitenin şerlerine karşı müteyakkız olmaları husûsunda şöyle îkáz etmiştir:

“Dikkat ediniz, küfr-i mutlakı müdâfaa eden gizli komite içinize parmak sokmasın.”

HULÂSÂ: “Hakíkatü’l-Yahûd” adlı eserin ve Bedîüzzamân (ra)’ın beyânâtlarından anlaşıldı ki; dünyâda bütün ihtilâlleri gerçekleştiren, bütün şer odaklarını tahrîk ederek kullanan, harb ateşlerini tutuşturan ve bununla asıl hedefleri olan dîni ortadan kaldırıp kendi milletlerini ve muharref dînlerini bütün dünyâya hâkim etmek için çalışan Yahûdî milletinden müteşekkil gizli bir komite vardır. O gizli komite, eskide “komünistlik, sosyalistlik, demokrasi” nâmları altında icrâât gösterdiği gibi; şimdi de “Evangelist” nâmı altında dînsizliği revâca vermek sûretiyle hak dîn olan İslâmı ortadan kaldırmaya çalışmakta ve dünyâyı karıştırmaktadır.

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân, o menhûs milleti şu vecîz âyetiyle şöyle tavsîf eder:
كُلَّمَا اَوْقَدُوا نَارًا لِلْحَرْبِ اَطْفَاَهَا اللّهُ وَيَسْعَوْنَ فِى الْاَرْضِ فَسَادًا وَاللّهُ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدينَ
“Her ne zamân onlar harb ateşini yakarlar ve fitne-i harbi alevlendirmek isterlerse, Allâhu Teâlâ onların yaktıkları ateşi söndürür. Halbuki onların âdetleri her zamân yeryüzünde fesâda sa’y etmektir. Allâhu Teâlâ, fesâd çıkaranları sevmez.”

Demek, Bedîüzzamân (ra)’ın “müşterek düşman” ta’bîrinden murâdı, komünistlik değildir. Belki bu “gizli zındıka komitesi”dir.

Sâniyen: Metinde geçen “medâr-ı ihtilâf” olan mes’elelerden murâd; devletin dâhildeki Hıristiyanlara tatbîk etmekle mükellef olduğu ahkâm-ı İlâhiyyedir. Bu hükümlerin tatbîkı devletin gücü ile olur. Bu ihtilâflı mes’elelerden  bir kısmını şöyle sıralayabiliriz:

1) Hıristiyanların, misyonerlik faaliyyetlerinde bulunmamaları;
2) İslâmiyyet aleyhinde konuşmamaları;
3) Yeniden kilise açmamaları;
4) Hıristiyanlara hürmet ve ta’zîmde bulunulmaması;
5) Ehl-i Sevamiın, yâni dünyâ ile irtibâtını kesmiş münzevî
yaşayan ve kendîni ibâdete vermiş olan dîndar rûhânîlerin siyâsî işlere karışmamaları;
6) Zımmîlerin cizye vermeleri, gibi...

Sâlisen: “Medâr-ı ittifâk” mes’eleleri ise; ulemâ-i İslâm ve Risâle-i Nûr Talebelerinin teblîğ etmekle mükellef oldukları mes’elelerdir. Medâr-ı ittifâk noktalardan bir kısmı şunlardır:

1) “Lâ ilâhe İllellah Muhammedün Rasûlullah” hakíkatını ders vermek. Zîrâ, “Lâ ilâhe İllellah Muhammedün Rasûlullah” hakíkatı, bütün dînlerin medâr-ı ittifâk noktasıdır;
2) Altı erkân-ı îmâniyyeyi, husûsan îmânın iki kutbu olan tevhîd-i hakíkí ve haşr-i cismânîyi teblîğ etmek;
3) Beş esâsât-ı İslâmiyyeyi beyân etmek;
4) Risâlet-i Muhammediyye (asm)  ve evsâf-ı Muhammediyye (asm)’ın onların kitâblarında var olduğunu onlara îzâh  ve isbât etmek;
5) Domuz etinin ve fâizin harâm olması ve recm gibi ahkâm-ı İlâhiyyeyi hatırlatmak, gibi…

O gizli zındıka komitesi, dîne dayalı devletleri ilgá edip yerine laik sistemler kurdurmak sûretiyle devletlerin, mezkûr medâr-ı ihtilâf mes’elelere müdâhale etmesini yasaklamış; yine o gizli komite, Hıristiyanları da tahrîk ederek dâhil-i İslâm içindeki faaliyyetlerine revâc vermiştir. Bugün o gizli zındıka komitesi, Müslüman ülkelerdeki devletlerin zımmîlere karşı olan vazîfelerini yapmasına engel olduğu gibi; dâhildeki Hıristiyanların misyonerlik faaliyyeti göstermelerine, bâtıl ve muharref dînlerini neşretmelerine, İslâmiyyet aleyhinde propaganda yapmalarına, yeni kiliseler inşâ etmelerine de yardım etmektedir.
Evet, şu zamânda devlet vazîfesini yapmadığı gibi; üstelik o gizli komitenin planıyla Hıristiyanların misyonerlik faaliyyetlerine revâc veriyor; onlara ta’zîm ve hürmette bulunuyor; yeni yeni kiliseler açmalarına ve İslâmiyyet aleyhindeki konuşmalarına ses çıkarmıyor. Hakíkat-ı hal böyle iken; ulemâ-i İslâm ve Risâle-i Nûr talebeleri devletin vazîfesine müdâhale ederse, o zamân Müslümanlarla Hıristiyanlar karşı karşıya gelecek; dâhilî bir fitne kopacak; netîcede o gizli komite bundan istifâde edip hem devleti, hem Hıristiyan âlemini, hem de dış güçleri Müslümanların aleyhine çevirecek; böylece  binlerce Müslümanın canı yanacaktır. Zâten o gizli komitenin istediği de budur.

İşte Müellif (ra)’ın,“Medâr-ı ihtilâf noktaları muvakkaten medâr-ı münâkaşa ve nizâ’ etmeyerek” ifâdesinden murâdı; Risâle-i Nûr talebeleri ve ulemâ-i İslâm, medâr-ı ihtilâf noktalarını muvakkaten medâr-ı münâkaşa ve nizâ’ etmeden aslî vazîfeleri olan mezkûr medâr-ı ittifâk noktaları onlara teblîğ etmektir. Devletin vazîfesi olan maddî müdâhalede bulunmak sûretiyle dâhilî fitneye sebebiyyet vermemek ve o gizli zındıka komitesine fırsat tanımamaktır.

Ehl-i Kitâbın medâr-ı ihtilâf noktaları nazara vererek hakka nasıl da’vet edileceği husûsunda Bedîüzzamân (ra) Hazretleri bir nümûne-i imtisâldir.
Üstâd Bedîüzzamân (ra), Tarihi tam olarak belirlenemeyen bir (muhtemelen Sultan Reşat) zamânında resmî bir toplantıda Fener Patriğini şöyle hakka da’vet etmiştir:

“Sen, Hıristiyan âleminin dînî lideri olduğun için mes’ûlsun! Bu mes’ûliyyetten kurtulmak için, Hazreti Muhammed (asm)’ın peygamberliğini kabûl edeceksin; ‘Benim de peygamberimdir’ diyeceksin ve bu inancını da i’lân edeceksin.’

Fener Patriği de o zamân Üstâd Bedîüzzamân Hazretlerinin bu teblîğini kabûl etmiş ve i’lân edeceğine söz vermiştir. Görüldüğü gibi, Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri teblîğ makámında Fener Patriğini üç noktada hakka da’vet etmiştir:

1) Hazret-i Muhammed (asm)’ın peygamberliğini kabûl edeceksin.

2) “Hazret-i Muhammed (asm) benim de peygamberimdir” diyeceksin.

3) Bu inancını da etba’ına i’lân edeceksin.
Metinde geçen “muvakkaten” kaydı ise; o “gizli zındıka komitesinin dağılmasına ve Kur’ân’î esâslara dayalı devletin kurulmasına kadar” demektir.

Şimdi Yirminci Lem’a’nın İkinci Sebeb’inde yer alan gelecek hâşiyenin şerh ve îzâhına geçiyoruz…

METİN
“Hadîs-i sahîhle, ‘Âhirzamânda Îsevîlerin hakíkí dîndarları ehl-i Kur’ân ile ittifâk edip, müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacakları’ gibi;şu zamânda dahi ehl-i diyânet ve ehl-i hakíkat, değil yalnız dîndaşı, meslekdaşı, kardaşı olanlarla samîmî ittifâk etmek, belki Hıristiyanların hakíkí dîndar rûhânîleri ile dahi medâr-ı ihtilâf noktaları muvakkaten medâr-ı münâkaşa ve nizâ’ etmeyerek, müşterek düşmanları olan mütecâviz dînsizlere karşı ittifâka muhtâctırlar.”

ŞERH:
(Hadîs-i sahîhle, ‘Âhirzamânda Îsevîlerin hakíkí dîndarları ehl- i Kur’ân ile) Müslümanlarla (ittifâk edip, müşterek düşmanları olan zındıkaya) gizli zındıka komitesine (karşı dayanacakları’ gibi, şu zamânda) İslâm devletinin ilgá edildiği; Âlem-i İslâm’ın tek bir  devlet idârecisinin emri altında bulunmadığı; Müslümanların yaşadığı devletlerin çoğu müstemleke olup Avrupa’nın tasallutu altına girdiği;

Müslümanların ittifâklarının bozulup perîşân olduğu bir zamânda (dahi ehl-i diyânet ve ehl-i hakíkat) tek hak dîn olan İslâmiyyete inanan Müslümanlar, (değil yalnız dîndar, meslekdaşı, kardaşı olanlarla) yâni diğer Müslümanlarla (samîmî ittifâk etmek, belki Hıristiyanların hakíkí dîndar rûhânîleri ile) kendîni ibâdete hasretmiş, dünyâ siyâsetine karışmayan, Müslümanlara tecâvüz etmeyen ve mütecâvizlere de yardım etmeyen Hıristiyanların dîn adamlarıyla (dahi medâr-ı ihtilâf noktaları muvakkaten) o gizli zındıka komitesinin dağılmasına ve Kur’ân’î esâslara dayalı devletin kurulmasına kadar (medâr-ı münâkaşa ve nizâ’  etmeyerek, müşterek düşmanları olan mütecâviz dînsizlere karşı ittifâka muhtâctırlar.)

Evvelâ: Bu hâşiyede iki kısım var:
Birinci Kısım: “Hadîs-i sahîhle, ‘Âhirzamânda Îsevîlerin hakíkí dîndarları ehl-i Kur’ân ile ittifâk edip, müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacakları’ gibi”  ifâdesidir. Müellif (ra), bu hadîs-i şerîfi zikretmekle; kendisinden sonra vukúa gelecek istikbâle âit hâdisâttan haber veriyor. Yâni, bu risâleyi yazdığı zamândan yaklaşık 100 - 150 sene sonra, belki daha ileri bir zamânda vukúa gelecek hâdisâta nazar-ı dikkatleri celb ediyor.
İkinci Kısım: “Şu zamânda dahi ehl-i diyânet ve ehl-i hakíkat, değil yalnız dîndaı, meslekdaşı, kardaşı olanlarla samîmî ittifâk etmek, belki Hıristiyanların hakíkí dîndar rûhânîleri ile dahi medâr-ı ihtilâf noktaları muvakkaten medâr-ı münâkaşa ve nizâ’ etmeyerek, müşterek düşmanları olan mütecâviz dînsizlere karşı ittifâka muhtâctırlar” ifâdeleridir. Müellif (ra), bu cümlelerinde ise kendi zamânındaki Müslümanların ve Hıristiyanların müşterek düşmanları olan zındıkaya, yâni mukaddimede zikredilen “gizli zındıka komitesi”ne karşı nasıl mücâdele etmeleri gerektiğini îzâh ediyor.
Sâniyen: Müellif (ra)’ın bu sözlerinin ma’nâsını doğru anlamak için, öncelikle bu zâtın meâlini naklettiği hadîs-i şerîfin metni ile şerh ve îzâhını anlamak gerekir:

ستصالحون الروم صلحا آمنا فتغزون انتم وهم عدوا من ورائكم فتنصرون وتغنمون وتسلمون ثم ترجعون حتى تنزلوا بمرج ذي تلول فيرفع رجل من اهل النصرانية الصليب فيقول غلب الصليب فيغضب رجل من المسليمين فيدقه فعند ذلك تغدر الروم وتجمع للملحمة ويثور المسلمون الى اسلحتهم  فيقتتلون فيكرم الله تلك العصابة بالشهادة .
Hadîsin Meâli: “Rumlarla emniyyetli bir sulh yapacaksınız. Ve siz, onlarla birlikte müşterek düşmanınızla savaşacak,  muzaffer olacak ve ganîmet elde edip kurtulacaksınız. Sonra tepeleri ve bol bitkisi olan geniş bir yere döneceksiniz. Burada Nasrânîlerden bir adam haçı kaldırıp, ‘Haç gálib geldi’ diyecek. Müslümanlardan bir adam da öfkelenip haçı kıracaktır. İşte bu sırada Rumlar anlaşmayı bozacak ve büyük savaş için toplanacaktır. Müslümanlar da silâhlarına sarılıp savaşa gireceklerdir. Ve netîcede Ellah, bu topluluğa şehîd olma ni’metini lütfedecektir.”

İHTÂR: Âhirzamânda Hz. Mehdî ve Hz. Îsâ (as)’ın devirlerinde vukúa gelen harbler netîcesinde Hıristiyanların ekserisi, Yahûdîlerin ise az bir kısmı İslâmiyyetle müşerref olmaları sebebiyle; gerek hadîs-i şerîflerde, gerekse Üstâd Bedîüzzamân Hazretlerinin eserlerinde “Rumlar ve Îsevîlerin ittifâkı” gibi ta’bîrler kullanılmış, bu sebebten dolayı Yahûdîlere  pek yer verilmemiştir. Unutulmamalıdır ki, Deccâl’ın mühim bir kuvveti Yahûdîlerdir.

Yukarıda zikredilen hadîs-i şerîf gibi, Âhirzamânda Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında cereyân edecek hâdiselere işâret eden ehâdîs-i şerîfelere dikkat edildiğinde görülür ki, --Ellahu a’lem-- Âhirzamânda Hıristiyanlarla Müslümanlar arasındaki münâsebet üç safhada vukú’ bulacaktır. Üstâd Bedîüzzamân (ra) da bu safhalara eserlerinin müteferrik yerlerinde işâret etmiştir:

Birinci safhada: Hz. Mehdî, Hıristiyanlarla savaşıp onları mağlûb eder ve onları cizye ve haraca bağlayarak sulh yapar.

İkinci safhada: Müslümanlar, bu mağlûb olan Hıristiyanlarla ittifâk edip, küfr-i mutlakı revâca veren gizli zındıka komitesiyle  harbederek onları da mağlûb ederler.
Üçüncü safhada ise : Hz. Îsâ (as)’ın devresi olup, bu safhada Hıristiyanlardan cizye kabûl edilmez. Hıristiyanlar ya İslâmiyyeti kabûl edecekler, ya da devlet onlara maddî cihâdla mukábele edecektir. Bu safhada, Müslüman oluncaya kadar Hıristiyanlarla harb edilir. Bu harbler netîcesinde Hıristiyanların İslâma girmeleriyle ittifâk sağlanır. İttifâk netîcesinde Yahûdî milleti katledilir.
İşte hadîslerde işâret edilen, Âhirzamânda Müslümanların Hıristiyanlarla harb etmesi; hem onlarla sulh yapılması; hem cizyenin kaldırılıp onlara yalnızca İslâmın teklîf edilmesi ve Müslüman oluncaya kadar onlarla harb edilmesi; hem Îsevîlerden bir tâifenin Müslüman olup Kur’ân’a ittiba’ etmesi gibi ayrı ayrı hâdiseler, zikredilen bu üç ayrı safhada cereyân eden hâdiselerdir.   
Buna göre Müellif (ra)’ın meâlini verdiği hadîsde beyân edilen, Âhirzamânda vukú’ bulacak olan  “Îsevîlerin hakíkí dîndarları ile ehl-i Kur’ân’ın ittifâkı” hâdisesinin Hz. Mehdî devrine mi, yoksa Hz. Îsâ (as) devrine mi âit olduğu kesin belli değildir. Bu sebeble, eğer Üstâd Bedîüzzamân’ın hâdise istinâden haber verdiği bu ittifâk hâdisesi,

a) Eğer Hz. Mehdî devrine âit ise, yukarıdaki Rumlarla sulh yapılacağına işâret eden hadîsde geçen Îsevîlerden murâd o Hıristiyanlardır ki; Hz. Mehdî evvelâ onlara karşı harb edip onları mağlûb ederek cizyeye bağlar. Daha sonra, bu  mağlûb ettiği Hıristiyanlarla berâber sulh yaparak mukaddimede zikredilen küfr-i mutlakı revâca veren gizli zındıka komitesiyle  harb eder. Çünkü, sulh, harbden sonra olur.
Demek Müslümanlar, evvelâ Hıristiyanlarla harb edip onları mağlûb ederler. Sonra cizyeye bağladıkları Hıristiyanlarla sulh yaparak, müşterek düşmanları olan küfr-i mutlakı revâca veren gizli zındıka komitesini  mağlûb etmek için ittifâk ederler. Bu sulh ise, aslâ o tâifeyle bundan sonra dost olunacağı ma’nâsına gelmez. Elbette, Müslümanlar, bir tâifeyle harb ederken, bir başka tâifeyle muvakkaten sulh yapabilirler. Çünkü, bu, Müslümanlar için bir güç te’mîn eder. Şer’-ı şerîfe göre Müslümanlar kâfirlerle en fazla 10 sene sulh yapabilirler. Sulh müddeti bittiğinde onlarla savaşılır. Dâimî sulh olmaz.

b) Eğer Üstâd’ın haber verdiği “Îsevîlerle ehl-i Kur’ân’ın ittifâkı” hâdisesi, Hz. Îsâ (as)’ın nüzûlünden sonraki devre âit ise; bunlar, Îsevîlerden  Müslüman olan ve Kur’ân’a ittiba’ eden bir tâifedir ki, Deccâl ile muhârebede Hz. Îsâ (as), bu Müslüman Îsevîlerin ittihâdıyla kuvvet bulup bu kuvvetle Deccâl’ı ve Deccâl’ın en mühim kuvveti olan gizli zındıka komitesini öldürür. Böylece Deccâl’ın âlemde teşkîl ettiği inkâr-ı Ulûhiyyet (Ulûhiyyet sıfatını inkâr) fikrini öldürüp yeryüzünde Kur’ân’ı hâkim kılar
Sâlisen: Müellif (ra)’ın,  “Şu zamânda dahi ehl-i diyânet ve ehl-i hakíkat, değil yalnız dîndaşı, meslekdaşı, kardaşı olanlarla samîmî ittifâk etmek, belki Hıristiyanların hakíkí dîndar rûhânîleri ile dahi medâr-ı ihtilâf noktaları muvakkaten medâr-ı münâkaşa ve nizâ’ etmeyerek, müşterek düşmanları olan mütecâviz dînsizlere karşı ittifâka muhtâctırlar” cümlelerinde geçen “şu zamânda” ifâdesini anlamak için, gelecek esâsâta dikkat etmek lâzımdır:

1) Hıristiyanların inancına göre, Hz. Îsâ (as), dünyâ işlerine karışmadığı gibi; ehl-i sevâmiın, yâni dünyâ ile irtibâtını kesmiş münzevî yaşayan ve kendîni ibâdete vermiş olan dîndar rûhânîlerin dahi dünyevî ve siyâsî işlere karışmamaları lâzımdır. Halbuki, şu zamânda Hıristiyan dîn adamları dâhilde ve hâricte siyâsî sahada faaliyyet göstermekte, İslâmiyyet aleyhinde her türlü entrikayı çevirmekte, fitne ve fesâd ateşini körüklemektedirler.

2) Şerîat lisânında, dâhildeki ehl-i Kitâbdan olan Hıristiyanlara “zımmî” denilir. Şer’-ı şerîfe göre dâhildeki zımmîler, ibâdetlerini ancak ibâdethânelerinde yapabilirler. Bunun dışında, muharref dînleri nâmına dışarıda herhangi  bir faaliyyet gösteremezler. Yâni, Müslümanlar arasında misyonerlik faaliyyetlerinde bulunamazlar; bâtıl dînlerini neşredemezler. Eğer devlet-i İslâmiyyece yasaklanan bu husûslara riâyet etmezlerse, devlet tarafından evvelâ şifâhî olarak îkáz edilirler. Bununla yola gelmezlerse, devlet maddî güç kullanarak onlara müdâhale eder. Halbuki, şu zamânda dâhildeki Hıristiyanlar, Müslümanlar arasında misyonerlik faaliyyetlerinde bulunuyorlar ve muharref dînlerini Âlem-i İslâm içinde neşrediyorlar. Bu yüzden binlerce Müslüman, Hıristiyan oluyor. Devlet ise onlara müdâhale etmemekle berâber, gizli zındıka komitesinin tahrîkiyle, onların faaliyyetlerine revâc veriyor.

3) Şer’-ı şerîfe göre, Dâr-ı İslâm’da, zımmîlerin İslâmiyyet aleyhinde konuşmaları yasaktır. İslâmiyyet aleyhinde konuştukları takdirde devlet tarafından evvelâ îkáz edilirler; itâat etmezlerse Devlet-i İslâmiyye onları maddeten durdurur. Şu zamânda ise, Hıristiyanlar İslâmiyyet aleyhinde her türlü propagandayı yapmaktadırlar. Devlet ise onların İslâmiyyet aleyhindeki bu faaliyyetlerine ‘Dur!’ demiyor, belki revâc veriyor.

4) Fukahâ-yi İslâmın tesbîtine göre; Hıristiyanlara ta’zîm edilmesi harâmdır. Halbuki, şu zamânda devlet erkânı, onlara ta’zîm ve hürmette bulunuyor.

5) Ulemâ-i İslâm ve Risâle-i Nûr talebelerine düşen vazîfe; dîn-i mübîn-i İslâmı zımmîlere teblîğ etmektir. Yâni, Kur’ân’ın ta’lîm ettiği tarzda onlara İslâmiyyeti anlatmaktır. Bu tarz-ı Kur’ânî’yi bir kaç misâl ile îzâh  etmeye çalışalım:

Birinci Misâl: Kur’ân, ehl-i Kitâbı İslâma da’vet ederken şöyle söylememizi emrediyor:

وَقُولُوا آمَنَّا بِالَّذِي أُنزِلَ إِلَيْنَا وَأُنزِلَ إِلَيْكُمْ وَإِلَهُنَا وَإِلَهُكُمْ وَاحِدٌ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
“Onlara ilmî mücâdelede en güzel sûrette şöyle deyin: Biz, bize indirilen Kur’ân’a ve size indirilen cümle kitâblara îmân ettik. Bizim ilâhımız ve sizin ilâhınız birdir. Ve biz, O’na (Ellah’a) teslîm olmuş hâlis Müslümanlarız.”1
Yâni, “Biz, size gönderilen peygamberlere ve onlara indirilen kitâblara îmân ediyoruz. Siz de bizim peygamberimize ve ona indirilen Kur’ân’a îmân edin. Zîrâ, îmân tecezzî ve inkısâm kabûl etmez bir külldür. Eğer kendi peygamberlerinize ve onlara inen kitâblara inanıyorsanız, Âhirzamân Peygamberi Hz. Muhammed (asm)’a ve ona inzâl buyurulan Kur’ân-ı Azîmüşşân’a dahi îmân etmeniz gerekir” diyerek, onları “medâr-ı ittifâk” noktalara, yâni bir tek İlâh’a ve başta Rasûl-i Ekrem (asm) olmak üzere O’nun bütün peygamberlerine ve kitâblarına îmân etmeye ve İslâmiyyeti  kabûl etmeye da’vet ederiz.

İkinci Misâl: Rasûl-i Ekrem (asm), Kur’ân lisânıyla onlara şöyle diyor:

قُلْ فَاْتُوا بِالتَّوْريةِ فَاتْلُوهَا اِنْ كُنْتُمْ صَادِقينَ
“Kitâblarınızda, benim tasdîkim ve evsâfım vardır. Benim beyân ettiğim şeylerde, kitâblarınız beni tasdîk ediyor. Tevrât’ınızı getiriniz, okuyunuz.”

ُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَصُدّ ُونَ عَن سَبِيلِ اللّهِ مَنْ آمَنَ تَبْغُونَهَا عِوَجًا وَأَنتُمْ شُهَدَاء وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

Meâli: “Ey Rasûlüm! De ki: ‘Ey Ehl-i Kitâb! Îmân edip dîn-i İlâhîyle tedeyyün eden kimseleri, o dîn-i İlâhî’de eğrilik ve noksanlık aramak sûretiyle tarîk-ı haktan niçin men’ edersiniz? Halbuki, dîn-i İslâmın ve Kur’ân’ın hak olduğuna siz şâhidlersiniz. Zîrâ; elinizde bulunan kitâbı mütâlea etmekle rasûlümüzün risâletini ve dîninin hak bir dîn olduğunu bilirsiniz.  Allâhu Teâlâ sizin hiçbir amelinizden gáfil değildir.Yâni, O, hakkı tağyîr etmek ve rasûlün risâletini inkâr etmek ve evsâf-ı nebeviyyeyi gizlemek gibi amellerinizi bilir ve muktezâsına göre cezâ verir.’ ”1
Bu âyetler, “Tevrât ve İncil”de Kur’ân’ın hak kelâmullah olduğunu isbât eden ve evsâf-ı nebeviyyeden haber veren âyetlerin mevcûd olduğunu ehl-i Kitâba ihtâr ediyor ve bununla Kur’ân’ın hak kelâmullah ve Hazret-i Muhammed (asm)’ın Ellah’ın Rasûlü olduğunu tasdîk etmeye da’vet ediyor. Biz de Kur’ân’ın bu üslûbuna iktidâen ehl-i Kitâba Kur’ân’ın ve Rasûl-i Ekrem (asm)’ın hakkániyyetini isbât edip onları îmâna da’vet etmeliyiz.
İşte, Kur’ân’ın bu âyeti gösteriyor ki, ehl-i Kitâba karşı olan irşâd metodumuz bu tarz ile olmalıdır. Bugünkü “hoşgörü ve diyalog” adı altında yapılan faaliyyetler ise Kur’ân’a tamâmen muhâliftir.
Üçüncü Misâl: Kur’ân-ı Hakîm, gelecek âyet-i kerîmede, bizim ile ehl-i Kitâb arasında “müşterek” olan üç noktada onları hakka da’vet etmemizi emrediyor:

 قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْاْ إِلَى كَلَمَةٍ سَوَاء بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ أَلاَّ نَعْبُدَ إِلاَّ اللّهَ وَلاَ نُشْرِكَ بِهِ شَيْئًا وَلاَ يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضاً أَرْبَابًا مِّن دُونِ اللّهِ فَإِن تَوَلَّوْاْ فَقُولُواْ اشْهَدُواْ بِأَنَّا مُسْلِمُونَ

Meâli: “Rasûlüm de ki: ‘Ey ehl-i Kitâb! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz. O söz de şudur: Ellah’dan başkasına ibâdet etmeyelim ve ona hiçbir şeyi şerîk tutmayalım ve Ellah’ı bırakıp da birbirimizi ilâh ittihâz etmeyelim.’ Eğer onlar tevhîd ve İslâmdan yüz çevirip, yine Yahûdîlik ve Hıristiyanlığı da’vâ ederlerse, işte o zamân, ‘Şâhid olun ki, biz Müslümanız’ deyiniz.” (Yâni, “Bu durumda bizimle sizin aranızda bir münâsebet yoktur. Zîrâ, biz ehl-i tevhîdiz, siz ise ehl-i şirksiniz” deyiniz.)2
Âyet-i kerîmede ifâde edilen bizimle ehl-i Kitâb arasında müşterek olan üç nokta şudur:

1) Ellah’dan başkasına ibâdet etmeyelim.
2) Ellah’a hiçbir şeyi şerîk koşmayalım. (“Üzeyr Ellah’ın oğludur. Îsâ Ellah’dır veyâ Ellah’ın oğludur” veyâ, “Biz Hıristiyanlar ve Yahûdîler, Ellah’ın oğullarıyız” demeyelim.)
3) Ellah’ı bırakıp da birbirimizi rab

Muhammed Doğan'ın (Molla Muhammed el-Mûşî el-Kersî) beyanatları Nurmend.com sitesinden başka bir platformda yayınlanmamaktadır. © 2014-2023 | Her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Nurmend - Şerhmend
0.238 sn. deSen
↑ Yukarı