tel tel tel
Kur'an-ı Kerim'den
Yâ Muhammed! Sana Ellâhu Teâla’dân suâl edenlere de ki: O Zât-ı Vâcibü’l-Vücûd birdir. Şerîki ve nazîri yoktur. Her şey O’na muhtâç olduğu halde, O hiçbir şeye muhtâç değildir. O doğmamış ve doğurmamıştır. Ezelî ve ebedîdir. Hiçbir şey O’na denk ve mümâsil olmadı.
(İhlas, 112/1-4)
Hadîs-i Şeriflerden
Kardeşini güler yüzle karşılamaktan ibaret bile olsa hiçbir iyiliği küçük görme!
(Müslim, Birr 144)
Dualardan
Yâ İlâhenâ! Hastalarımıza ve bütün mü’minlerin hastalarına âcil şifâlar, borçlularına kolaylıkla borçlarından kurtulmalar, bizlere, evlâd ve ahfâdımıza ve bütün taallukàtımıza ve ehibbâmıza tâ saat-ı kıyâmete kadar Kur’ân’ın sönmeyen nûru altında tarîk-ı müstakìmde hidâyeti tevfîk eyle. Azıp sapanlardan eyleme.
(Hacı Hulusi Bey)
Vecîze
"Bir delilden neş'et etmeyen bir ihtimalin hiç ehemmiyeti yoktur"
Sözler

CİHÂD VAZİFESİ KİMDEDİR?

Bu mes’ele, Üstâd Bedîüzzamân (ra)’ın “On Altıncı Lem’a” daki şu ifâdelerinin şerh ve îzâhı hakkındadır: “Ammâ, maddî cihâdın muktezâsı ise, o vazîfe şimdilik bizde değildir. Evet, ehline göre kâfirin veyâ mürtedin tecâvüzâtına sed çekmek için topuz lâzımdır. Fakat, iki elimiz var. Eğer yüz elimiz de olsa, ancak nûra kâfi gelir. Topuzu tutacak elimiz yok.”

Üstâd Bedîüzzamân (ra)’ın şu cümleleri, gelecek âyet-i kerîmenin ifâde ettiği ma’nâdan mülhemdir:

وَمَا كَانَ الْمُؤْمِنُونَ لِيَنفِرُواْ كَآفَّةً فَلَوْلاَ نَفَرَ مِن كُلِّ فِرْقَةٍ مِّنْهُمْ طَآئِفَةٌ لِّيَتَفَقَّهُواْ فِي الدِّينِ وَلِيُنذِرُواْ قَوْمَهُمْ إِذَا رَجَعُواْ إِلَيْهِمْ لَعَلَّهُمْ يَحْذَرُونَ

Meâli: “Mü’minlerin hepsinin topyekûn savaşa çıkmaları lâyık ve uygun değildir. O halde onların büyük cemaat ve kábilelerinden bir tâife savaşa gitmeli, bir tâife de din ve şerîat ilimlerini iyice öğrenmeleri ve kavimleri savaştan dönüp kendilerine (memleketlerine) döndükleri zamân onları Allah’ın azâbıyla korkutmaları için gitmeyip kalmalıdırlar. Olur ki, bu sûretle mü’minler şerîata muhâlif hareketlerden kaçınırlar.”

Beyzavî, Şeyhzâde ve Fahreddin er-Râzî’nin beyânlarına göre bu âyetten maksad şudur: Mü’minler iki kısma ayrılacak:

Bir kısmı Allah yolunda maddî olarak savaşırlarken, diğer kısmı da dinî ilimleri, husûsan Kur’ân ve Ehâdîs-i Nebeviyyeyi öğrenip dinde fakih olacaklar ve ilmî cephede çalışacaklardır. O halde ulemânın, zarûret olmadan savaşa katılmaları câiz değildir.

İşte bu âyet-i kerîme mûcibince, Risâle-i Nûr şâkirdleri gibi cihâd-ı ilmîde çalışan kimseler, din ve şerîatı öğrenip-öğretmek vazîfesinde sa’y u gayret göstermelidirler. Bu vazîfelerini ihmal ederek zarûret olmadan maddî harbe iştirâk etmemeli ve siyâsî dâirelerle alâkadarlık göstermemelidirler. Bedîüzzamân (ra) Hazretleri, bu konuda şöyle buyurmaktadır:

“O mütemerrid ecnebîlerdir ki, münâfıkları ehl-i îmâna musallat ettiler ve zındıkları yetiştirdiler. Hem harb belâsı ise; hizmet-i Kur’âniyyemize mühim bir zarârdır. Bizim en fedâkâr ve en kıymetdar kardeşlerimizin ekserisi kırk beşten aşağı olduğundan, harb vâsıtasiyle vazîfe-i kudsiyye-i Kur’âniyyeyi bırakıp askere gitmeye mecbûr olacaktılar. Benim param olsa, hüsn-i rızâm ile, böyle kıymettâr kardeşlerimin herbirisini askerlikten kurtarmak için, bedel-i nakdiyye bin lira kadar da olsa, verirdim. Böyle yüzer kıymettâr kardeşlerimizin hizmet-i Kur’âniyye-i Nûriyyeyi bırakıp maddî cihâd topuzuna el atmakta, yüz bin lira kendi zarârımızı hissediyordum. Hattâ, Zekâînin bu iki sene askerliği, belki bin lira kadar ma’nevî fâidesini kaybettirdi.”

Hulâsâ: Üstâd-ı muhteremin On Altıncı Lem’a’daki cümleleri, cihâd-ı maddîyi red değil; belki isbâttır. Zâten kendisi, “Evet, ehline göre kâfirin veyâ mürtedin tecâvüzâtına sed çekmek için topuz lâzımdır” demekle, bunu sarâhaten ifâde etmiştir. Fakat, daha evvel de isbât edildiği üzere, “cihâd” iki kısımdır:

Biri: Kılıçla maddî cihâddır ki, bu kılıç ve topuz, devlet-i İslâmiyye tarafından sâdece hâricdeki küffâra veyâ dâhildeki mürtedlere ve had cezâsına müstehak olanlara karşı kullanılır. Fakat, bu vazîfe onun ehlinedir. Yâni, sultân, komutan veyâ kadı gibi devlet-i İslâmiyyenin erkânınadır.

Diğeri ise: İlmî cihâddır ki, bu vazîfeyi ulemâ deruhde eder. İlmî cihâd ile meşgúl olan ulemâ tâifesi ise, zarûret olmadan maddî cihâda iştirâk etmez. Fakat, zarûret olursa onlar dahi iştirâk ederler. Birinci Cihân Harbinde Üstâd Bedîüzzamân (ra)’ın talebeleriyle berâber savaşa iştirâk etmesi gibi…

Onun için Üstâd Bedîüzzamân (ra), “Ammâ maddî cihâdın muktezâsı ise, o vazîfe şimdilik bizde değildir” demiştir. Yâni, “O devletin vazîfesi iken; devlet o vazîfeyi şu an yapmamaktadır. İnşâallah ileride te’sîs edilecek Kur’ân’a dayalı bir devlet, bu maddî cihâd vazîfesini de deruhde ve icrâ edecektir” demektir.

Kaynak:Rahle Yayınları; Reddu’l-evham-1

Muhammed Doğan'ın (Molla Muhammed el-Mûşî el-Kersî) beyanatları Nurmend.com sitesinden başka bir platformda yayınlanmamaktadır. © 2014-2023 | Her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Nurmend - Şerhmend
0.248 sn. deSen
↑ Yukarı