O gizli zındıka komitesi, Üstâd Bedîüzzamân Hazretlerinin “Mehdiyyet Cereyânı” hakkındaki ba’zı cümlelerini fâsid te’vîllerle te’vîl etmektedir. Bu nev’i cümleleri üç mes’elede ele alıp şerh ve îzâh edeceğiz:
İHTÂR: Üstâd Bedîüzzamân Hazretlerinin Âhirzamânda gelecek Mehdî’nin vezâifi hakkındaki cümleleri, gizli bir komite terafından yanlış te’vîl edilmektedir. Müslümanların bu fâsid te’vîllere aldanmamaları için bu Mehdiyyet mes’elesini kaleme aldık. Yoksa, hâşâ bin kere hâşâ, Mehdîliğimizi sarâhaten veyâ işâreten veyâ îmâen ortaya koymak için değildir. Zâten bu şerhimizden anlaşılacağı gibi, bütün da’vâmız; başta Peygamber (asm) olmak üzere Sahabe-i Kirâm, evliyâ-i izâm ve ulemâ-i İslâmın müjdelediği, maddî cihâdı icrâ edecek, Âlem-i İslâmın birliğini te’mîn edecek ve bizzât İslâm Devleti’nin başına geçip Şerîat-ı Garrâyı hakkıyla tatbîk edecek bir zât-ı nûrânîyi ve onun cemâatini tebşîr etmek, bununla Ümmet-i Muhammediyye (asm)’ın istikbâle ümidle bakmalarını te’mîn etmektir.
BİRİNCİ MES’ELE: Âhirzamânda gelecek Büyük Mehdî’nin üç mühim vazîfesi vardır:
Birinci Vazîfesi: Îmânı kurtarmaktır.
İkinci Vazîfesi: Şerîatın tatbîk ve icrâsıdır.
Üçüncü Vazîfesi: Hılâfet-i Muhammediyye (asm) ünvânı ile şeâir-i İslâmiyyeyi ihyâ etmek ve Âlem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinâd edip Îsevî rûhânîleriyle ittifâk etmek ve Kur’ân’ı bütün dünyâya hâkim kılmaktır. Üstâd Bedîüzzamân (ra) Hazretleri bu üç vazîfeyi şöyle ifâde etmektedir:
“Ümmetin beklediği, âhirzamânda gelecek zâtın üç vazîfesinden en mühimmi ve en büyüğü ve en kıymettârı olan îmân-ı tahkíkíyi neşr ve ehl-i îmânı dalâletten kurtarmak cihetiyle, o en ehemmiyyetli vazîfeyi aynen bitemâmihâ Risâle-i Nûr’da görmüşler...
“O zâtın ikinci vazîfesi, şerîatı icrâ ve tatbîk etmektir. Birinci vazîfe, maddî kuvvetle değil, belki kuvvetli i’tikád ve ihlâs ve sadâkatle olduğu hâlde, bu ikinci vazîfe, gáyet büyük maddî bir kuvvet ve hâkimiyyet lâzım ki, o ikinci vazîfe tatbîk edilebilsin.
“O zâtın üçüncü vazîfesi, Hılâfet-i İslâmiyyeyi İttihâd-ı İslâma binâ ederek, Îsevî rûhânîleriyle ittifâk edip dîn-i İslâma hizmet etmektir. Bu vazîfe, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedâkârlarla tatbîk edilebilir.”
O gizli zındıka komitesi, Üstâd Bedîüzzamân (ra)’ın Âhirzamân Mehdîsi olduğunu; birinci vazîfe olan “îmânı kurtarmak vazîfesini” yaptığını; O’ndan sonra artık Mehdî gelmeyeceğini; dolayısıyla ikinci ve üçüncü vazîfeleri, Üstâd Bedîüzzamân’ın başlattığı Mehdiyyet cereyânını temsîl eden eşhâsın îfâ edeceğini iddiâ etmekte ve bu fâsid fikri sinsi bir planla etrâfa neşretmektedir.
Evet o gizli komite, Bedîüzzamân (ra)’ın bahsettiği Mehdiyyet cereyânının üç vazîfesini şöyle te’vîl ediyor:
“Âhirzamân Mehdîsinin üç vazîfesi vardır. Biri îmân, biri şerîat, biri hayâttır. Birinci vazîfeyi, Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri yapmıştır. Bedîüzzamân Hazretleri, büyük Mehdî’dir ve ondan sonra Mehdî gelmeyecektir. Diğer iki vazîfeyi ise Mehdiyyet cereyânını temsîl eden eşhâs yapacaktır. Bedîüzzamân, demokrasi ve laikliği takdîr etmiş. Bununla berâber Süfyâniyyetin yaptığı zulümleri ise hoş görmemiş, laikliğin ba’zı kánûnlarını tasvîb etmemiş, cihâdsız bir siyâseti ve tam ma’nâsıyla tatbîk edilen bir demokrasiyi arzu etmiştir. Bedîüzzamân, bu isteklerini gerçekleştiremeden vefât etmiştir. Vefâtından sonra ise yeni bir Mehdî gelmeyecek; ancak ikinci ve üçüncü vazîfeleri Mehdiyyet cereyânını temsîl eden eşhâs yapacaktır” diyorlar.
O gizli komite, böylece Üstâd Bedîüzzamân Hazretlerini --hâşâ bin kere hâşâ!—“demokrasiyi kabûl eden, laik bir Mehdî” olarak halka telkín ediyor.
Üstâd Bedîüzzamân (ra)’ın vefâtından sonra Mehdiyyet cereyânını temsîl eden eşhâsın îfâ edeceği ikinci vazîfe husûsunda o gizli komite şöyle diyor:
“İslâmiyyet dîni, temelinden yanlış anlaşılagelmiş; o hâlde İslâmiyyet yeniden yorumlanmalıdır. Hem demokrasi ve laikliğin ba’zı yanlışları var, Süfyâniyyetin de zulmü mevcûddur. O hâlde demokrasi ve laiklik ta’dîl edilmeli, Süfyâniyyetin de zulmüne sed çekilmelidir. Bu vazîfeyi yapacak ise, Mehdiyyet cereyânını temsîl eden eşhâsdır. Yâni, bu eşhâs, İslâmiyyeti yeniden yorumlamak sûretiyle demokrasiye uyduracak; demokrasinin ba’zı yanlışlarını düzeltmek ve laikliğin ba’zı maddelerini değiştirmek sûretiyle ta’dîl edecek; Süfyâniyyetin zulmüne son verecek; İslâmiyyetle demokrasiyi mezcetmek sûretiyle demokrasiyi tam tatbîk edecek; böylece demokrasiyi aynı İslâmiyyetmiş gibi meşrû’laştırıp halka kabûl ettirecektir. Bu ise şerîatın bir nev’i tatbîk ve icrâsıdır. Ne zamân o Mehdiyyet cereyânı, İslâmiyyetin yanlışlarını düzeltip demokrasinin de ba’zı kánûnlarını ta’dîl edip meşrû’laştırdı ise; o zamân Mehdiyyetin ikinci vazîfesi îfâ edilmiş demektir.”
Üstâd Bedîüzzamân (ra)’ın vefâtından sonra Mehdiyyet cereyânını temsîl eden eşhâsın îfâ edeceği üçüncü vazîfe husûsunda ise o gizli komite şöyle diyor ve telkín ediyor:
“Üçüncü vazîfe; Avrupa Birliği’ne girmekle Hıristiyanlarla birleşmektir. Ne zamân Avrupa Birliği’ne girip, Hıristiyanlarla ittifâk sağlanırsa; o zamân Mehdiyyet cereyânının üçüncü vazîfesi îfâ edilmiş demektir. İşte Bedîüzzamân’ın haber verdiği Îsevî rûhânîlerle ittifâkın ve Hazret-i Îsâ (as)’ın nüzûlünün ma’nâsı budur. Hazret-i Îsâ ,cism-i beşerîsiyle nüzûl etmeyecektir.
“Türkiye, Mehdî’nin şahs-ı ma’nevîsini temsîl ediyor; Amerika ve Avrupa ise Hazret-i Îsâ (as)’ın şahs-ı ma’nevîsini temsîl ediyor. Mehdiyyet cereyânının ikinci vazîfesi olan Âlem-i İslâmda, bahusûs Türkiye’de İslâmiyyeti yeniden yorumlamak ve demokrasiyi ta’dîl etmek, yâni Avrupa’daki gibi bir demokrasiyi getirmek vazîfesini ve Mehdiyyet cereyânının üçüncü vazîfesi olan Avrupa birliğine girip Hıristiyanlarla, bahusûs Amerika ile ittifâk etmek vazîfesini Mehdiyyet cereyânını temsîl eden Türkiye yapıyor.”
O gizli komite, Üstâd Bedîüzzamân’ın bahsettiği Mehdiyyet cereyânının ma’nâsını ve vazîfesini böyle fâsid te’vîllerle te’vîl ediyor ve bununla muharref bir dîni getirmek ve demokrasiyi meşrû’laştırmak istiyorlar. Hâşâ, eskiden beri İslâmiyyet dîni yanlış anlaşılmış! Üstâdın ve Üstâd’dan sonra Mehdiyyet cereyânını temsîl eden eşhâsın vazîfesi, “dîn-i İslâma yeni bir yorum getirmek ve demokrasiyi meşrû’laştırmak” fikrini neşrediyorlar. “Mehdiyyet cereyânı ve Hazret-i Îsâ (as)’ın nüzûlü bir esintidir. Üstâdın vefâtından sonra Mehdî ve Îsâ bizzât gelmeyecektir” diyorlar. Bununla, 1400 seneden beri bütün Müslümanların beklediği, maddî cihâdla me’mûr ve Asr-ı Saâdette tatbîk edildiği şekliyle Şerîat-ı Garrâ-yı Muhammediyye (asm)’ı tatbîk etmekle mükellef Mehdî-i Âhirzamân hakkındaki umudlarını kırıp, cihâd rûhunu söndürüyorlar.
O gizli komitenin, Ümmet-i Muhammed (asm)’ın ümitle beklediği o zât-ı nûrânînin gelmeyeceğini ümmetin nazarına vermesi, iki temel düşünce içindir:
Birincisi: Asr-ı Saâdet’ten bu yana İslâmiyyet dîni yanlış yorumlanmış ve yanlış tatbîk edilmiştir! Bu sebeble İslâm dîninde reform yapmak.
İkincisi: Demokrasi ve laikliği meşrû’ gösterip, Müslümanlara bu sistemi kabûl ettirmek!
Evet, o gizli komite, bu menfûr iki düşüncesiyle ehl-i îmânın bütün umudunu ve bilhassa cihâd rûhunu kırıp demokrasiyi meşrû’laştırmak; dîn-i İslâm üzerinde de reform adı altında pek çok tahrîf, tebdîl ve tağyîr yapmak istemektedir. Bu sinsi ve bâtıl fikirlerini yerleştirmek için de yaklaşık iki yüz seneden beri Âlem-i İslâm içindeki en önemli mevkı’leri ve eşhâsı elde etmişlerdir. Pek çok siyâsîleri ve ulemâ-i sûu elde ederek bu noktada onlara pek çok ta’vîzler verdirmiş, böylelikle dîn-i İslâm üzerinde sinsi planlar çevirmişlerdir. Müslümanlar bu konuda son derece müteyakkız olmalı; o zındıka komitesinin düşüncelerine kapılıp aldanmamalıdır.
Biz de o gizli ecnebî komitenin bu fâsid te’vîllerini reddetmek sâdedinde deriz ki:
Evet, Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri Mehdî’dir ve Mehdiyyet cereyânının birinci vazîfesi olan îmânı kurtarmak ve tahkíkí yapmak vazîfesini bihakkın edâ etmiştir. Ancak, Mehdî-i Âhirzamân değildir. Bizzât kendisi, eserlerinin müteaddid yerlerinde Mehdiyyet cereyânının ikinci ve üçüncü vazîfelerini yapacak zâtların geleceğini müjdelemiş; Mehdî-i Âhirzamânın siyâsî, hukúkí ve ictimâî sahalarda inkılâb yapacağını; yâni Süfyâniyyet rejiminin Âlem-i İslâmda ilmî, amelî ve edebî felsefeyi yerleştirmesine mukábil; Hazret-i Mehdî’nin ilmî, amelî ve edebî cihette, yâni maarifte, devlet idâresi ve mahkemelerde ve basın-yayında Hazret-i Peygamber, Sahabe ve Selef-i Sâlihîn’den geldiği aynı şekliyle Kur’ânî düstûrları yerleştireceğini; Hâkim ve Kumandan sıfatıyla Âlem-i İslâmın başına geçerek Kur’ân’ı hâkim kılacağını bildirmiştir. Şöyle ki:
“Cenâb-ı Hak, kemâl-i rahmetinden, şerîat-ı İslâmiyyenin ebediyyetine bir eser-i himâyet olarak, herbir fesâd-ı ümmet zamânında bir muslih veyâ bir müceddid veyâ bir halîfe-i zîşân veyâ bir kutb-i a’zâm veyâ bir mürşid-i ekmel veyâhut bir nev’i mehdî hükmünde mübârek zâtları göndermiş, fesâdı izâle edip milleti ıslâh etmiş, dîn-i Ahmedîyi (asm) muhâfaza etmiş. Mâdem âdeti öyle cereyân ediyor. Âhirzamânın en büyük fesâdı zamânında, elbette en büyük bir müctehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdî, hem mürşid, hem kutb-i a’zâm olarak bir zât-ı nûrânîyi gönderecek ve o zât da ehl-i beyt-i Nebevîden olacaktır.
“Cenâb-ı Hak bir dakíka zarfında beynes-semâ vel-Arz âlemini bulutlarla doldurup boşalttığı gibi, bir sâniyede denizin fırtınalarını teskîn eder. Ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin nümûnesini ve yazda bir saatte kış fırtınasını îcâd eden Kadîr-i Zülcelâl, Mehdî ile de âlem-i İslâmın zulümâtını dağıtabilir. Ve vaad etmiştir; vaadini elbette yapacaktır.”
“Tâ âhirzamânda, hayâtın geniş dâiresinde, asıl sâhibleri, yâni Mehdî ve şâkirdleri Cenâb-ı Hakk’ın izniyle gelir, o dâireyi genişlettirir ve o tohumlar sümbüllenir. Bizler de kabrimizde seyredip Ellaha şükrederiz.”
“Çok zamân evvel bir ehl-i velâyetten işittim ki; o zât, eski velilerin gaybî işâretlerinden istihrâc etmiş ve kanâatı gelmiş ki: ‘Şark tarafından bir nûr zuhûr edecek, bidalar zulümâtını dağıtacak.’ Ben, böyle bir nûrun zuhûruna çok intizâr ettim ve ediyorum. Fakat, çiçekler baharda gelir. Öyle kudsî çiçeklere zemîn hazır etmek lâzım gelir. Ve anladık ki, bu hizmetimizle o nûrânî zâtlara zemîn ihzâr ediyoruz.”
Mehdî-i Âhirzamânla alâkalı mes’eleler Hadîs kitâblarında, selef-i sâlihînin eserlerinde, bâhusûs Risâle-i Nûr Külliyâtında tafsîlâtıyla îzâh edilmiştir. Geniş ma’lûmât için mezkûr kaynaklara mürâcaât edilsin! O hâlde, o gizli komitenin, “Mehdî ve Îsâ (as) gelmeyecek” sözleri, Müslümanların siyâsî, hukúkí ve ictimâî sahada umutlarını kırıp, şu andaki mevcûd hâli meşrû’laştırmak için sinsice bir oyunudur. Buna karşılık Müslümanların o gizli zındıka komitesinin desîselerine kapılmamaları ve gelecek âyetin müjdesiyle istikbâle ümitle bakmaları gerekir.
يُريدُونَ اَنْ يُطْفِؤُا نُورَ اللّهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَيَاْبَى اللّهُ اِلَّا اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
Meâli: “Yahûdî ve Hıristiyanlar, ahbar ve ruhbânların idlâllerine kapılarak, ağızlarıyla Ellah’ın nûrunu söndürmek istiyorlar. Ellah ise, kâfirler istemese de nûrunu tamâmlayacaktır.”
Üstâd Bedizzamân Hazretlerinin istihrâcıyla:
نُورَ اللّهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَيَاْبَى اللّهُ اِلَّا اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ
“Eğer şeddeli ل lar ve ikişer sayılsa, bundan bir asır sonra zulümâtı dağıtacak zâtlar ise, Hazret-i Mehdî’nin şâkirdleri olabilir.”
İHTÂR: Ba’zı rivâyet-i Hadîsiyyede vardır ki: “Mehdî silâhsız mücâdele verecek.” Bunun ma’nâsı şudur ki: Rasûl-i Ekrem (asm), “Mehdî” ünvânı altında kendisinden sonra gelecek pek çok Mehdî’lerin evsâfını zikretmiştir. Bu “silâhsız” vasfı, Âhirzamânda gelecek büyük ve son Mehdî hakkında değildir. Çünkü, Âhirzamânda gelecek Mehdî, “hâkim ve kumandan” olacaktır. Hâkim ve kumandan ise silâhsız olamaz. Öyle ise, bu Hadîs, İmâm Rabbânî, Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî, Üstâd Bedîüzzamân Said Nursî gibi mücâhede-i ma’ne-viyyede bulunan zevât-ı âliyye hakkındadır; Âhirzamân Mehdîsi hakkında değildir. Müellif (ra)’ın Âhirzamân Mehdîsi hakkındaki ba’zı beyânâtını naklediyoruz:
“Rasûl-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın istikbâlden haber verdiği ba’zı hâdiseler, cüzî birer hâdise değil; belki tekerrür eden birer hâdise-i külliyyeyi, cüzî bir sûrette haber verir. Halbuki, o hâdisenin müteaddid vecihleri var. Her defa bir vechini beyân eder. Sonra râvî-i hadîs o vecihleri birleştirir, hılâf-ı vâkı’ gibi görünür. Meselâ: Hazret-i Mehdîye dâir muhtelif rivâyetler var. Tafsîlât ve tasvîrât, başka başkadır. Halbuki, Yirmi Dördüncü Sözün bir dalında isbât edildiği gibi; Rasûl-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, vahye istinâden, her bir asırda kuvve-i ma’neviyye-i ehl-i îmânı muhâfaza etmek için, hem dehşetli hâdiselerde yese düşmemek için, hem âlem-i İslâmiyyetin bir silsile-i nûrâniyyesi olan Âl-i Beytine ehl-i îmânı ma’nevî rabtetmek için, Mehdîyi haber vermiş. Âhirzamânda gelen Mehdî gibi, herbir asır Âl-i Beytten bir nev’i Mehdî, belki Mehdîler bulmuş. Hattâ Âl-i Beytten ma’dûd olan Abbâsiyye hulefâsından, Büyük Mehdînin çok evsâfına câmi’ bir Mehdî bulmuş.
“İşte, Büyük Mehdîden evvel gelen emsâlleri, nümûneleri olan Hulefâ-yı Mehdiyyîn ve Aktâb-ı Mehdiyyîn evsâfları, asıl Mehdînin evsâfına karışmış ve ondan rivâyetler ihtilâfa düşmüş.”
“Büyük Mehdînin çok vazîfeleri var. Ve siyâset âleminde, diyânet âleminde, saltanat âleminde, cihâd âlemindeki çok dâirelerde icrâatları olduğu gibi…
“Evet, yüzer kudsî kahramanları yetiştiren ve binler ma’nevî kumandanları ümmetin başına geçiren ve hakíkat-ı Kur’âniyyenin mayası ile ve îmânın nûruyla ve İslâmiyyetin şerefiyle beslenen, tekemmül eden Âl-i Beyt, elbette âhirzamânda şerîat-ı Muhammediyyeyi ve hakíkat-ı Furkaniyyeyi ve Sünnet-i Ahmediyyeyi (asm) ihyâ ile, ilân ile, icrâ ile başkumandanları olan Büyük Mehdînin kemâl-i adâletini ve hakkániyyetini dünyâya göstermeleri gáyet ma’kúl olmakla berâber, gáyet lâzım ve zarûrî ve hayât-ı ictimâıyye-i insâniyyedeki düstûrların muktezâsıdır.”
“Gerçi her asırda hidâyet edici bir nev’i Mehdî ve müceddid geliyor ve gelmiş, fakat her biri üç vazîfelerden birisini bir cihette yapması i’tibâriyle, âhirzamânın Büyük Mehdî ünvânını almamışlar.”
İKİNCİ MES’ELE: Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri, Mektûbât adlı eserinde şöyle buyurmaktadır:
“Nifâk perdesi altında, Risâlet-i Ahmediyyeyi (asm) inkâr edecek Süfyân nâmında müdhiş bir şahıs, ehl-i nifâkın başına geçecek, şerîat-ı İslâmiyyenin tahrîbine çalışacaktır. Ona karşı, Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nûrânîsine bağlanan, ehl-i velâyet ve ehl-i kemâlin başına geçecek, Âl-i Beytten Muhammed Mehdî isminde bir zât-ı nûrânî, o Süfyânın şahs-ı ma’nevîsi olan cereyân-ı münâfıkáneyi öldürüp dağıtacaktır.”
“Hazret-i Mehdînin cem’ıyyet-i nûrâniyyesi, Süfyân komitesinin tahrîbâtçı rejim-i bidakârânesini ta’mîr edecek, Sünnet-i Seniyyeyi ihyâ edecek; yâni âlem-i İslâmiyyette Risâlet-i Ahmediyye (asm)’ı inkâr niyetiyle Şerîat-ı Ahmediyye (asm)’ı tahrîbe çalışan Süfyân komitesi, Hazret-i Mehdî cem’ıyyetinin mucizekâr ma’nevî kılıncıyla öldürülecek ve dağıtılacak.” (Yâni, Süfyân, eceliyle ölecek. Hazret-i Mehdî onun cem’ıyyetini kırıp dağıtacaktır.)
O gizli zındıka komitesi, Bedîüzzamân Hazretlerinin yukarıdaki cümlelerini fâsid te’vîllerle te’vîl ederek, “İslâm dîninin 1400 seneden beri yanlış anlaşılıp yanlış uygulandığını; bugünkü demokrasinin de tam uygulanmadığını; Mehdiyyet cereyânının ikinci vazîfesini yapacak eşhâsın ise İslâmiyyeti yeniden yorumlayacağını; demokrasi ve laikliğin yanlış uygulamalarını kaldıracağını; İslâmiyyetle demokrasiyi barıştıracağını; böylece demokrasiyi meşrû’laştırıp tam ma’nâsıyla tatbîk edeceğini” söylemektedir.
Hâşâ yüz bin defa hâşâ! Bedîüzzamân Hazretlerinin mezkûr cümlelerinden murâdı bu değildir; o zât-ı muhterem, böyle bir iftirâdan beridir. Belki, Bedîüzzamân Hazretlerinin bu cümlelerinden murâdı şudur ki: Süfyâniyyet devresinde Şerîat-ı İslâmiyye husûsunda üç büyük noktada tahrîbât meydana gelmiştir:
Birisi, belki en birincisi: Devlet idâresinden ve mahkemelerden ahkâm-ı İlâhiyyenin kaldırılmasıdır.
İkincisi: Maârifin Kur’ân ve Hadîs’ten tecerrüd ettirilmesidir.
Üçüncüsü: Medyanın ölçüsüz, keyfe mâyeşâ hareketidir. Yâni, İslâmiyyete muhâlif sözlerin neşredilmesiyle, fotoğraflarla, kadınlarla, şarkı ve türkülerle ölçüsüz bir şekilde faâliyyet göstermesidir.
Ahirzamânda Muhammed Mehdî nâmında bir zât-ı nûrânî gelecek; “Hâkim” ve “Kumandan” ünvânıyla bu üç büyük tahrîbâtı ta’mîr edecek. Yâni, İslâm dîni, Rasûl-i Ekrem (asm) Efendimize nasıl gelmişse ve Asr-ı Saâdette nasıl tatbîk edilmişse, aslına muvâfık bir tarzda bu dîni ikáme edecektir. O zât,dîn-i İslâma muhâlif yeni bir îcâdda bulunmayacak, ehl-i sünnet ve’l-cemâatin inancı çerçevesinde İslâm birliğini sağlayacaktır. Çünkü:
“Rasûl-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm fermân etmiş:
(Küllü bitâtü delaletün, ve külle delalete fi-nar) Yâni, (el-yevme ekmeltu lekum dinikum) sırrı ile: Kavâid-i Şerîat-ı Garrâ ve desâtîr-i Sünnet-i Seniyye tamâm ve kemâlini bulduktan sonra, yeni îcâdlarla o düstûrları beğenmemek veyâhût, hâşâ ve kellâ, nâkıs görmek hissini veren bidaları îcâd etmek, dalâlettir, ateştir.”
Mezkûr âyet ve hadîsin ifâdesiyle, dîn-i mübîn-i İslâm kemâlini bulduğundan, elbette Âhirzamânda gelecek o zât-ı nûrânî, yeni bir cadde açmayacak; bütün gücüyle mahkemelerde ahkâm-ı İlâhiyyeyi, maârifte Kitâb ve Sünneti, medyada esâsât-ı dîniyyeyi hâkim kılacaktır.
Kısaca: Süfyâniyyet rejiminin Âlem-i İslâm’da ilmî, amelî ve edebî felsefeyi yerleştirmesine mukábil; Hazret-i Mehdî ilmî, amelî ve edebî cihette; yâni maârifte, devlet idâresi ve mahkemelerde ve basın-yayında Kur’ânî düstûrları yerleştirecektir. Demek, mezkûr vezâifi yapacak olan, “cereyân” değil; “şahıs”tır.
Büyük Mehdî’nin siyâsî, hukúkí ve ictimâî sahalarda yapacağı ta’mîrâtı şu gelecek temsîl ile daha rahat anlayabiliriz: İslâmiyyet bir saray gibidir. Bu sarayın en mükemmel temelini Hatemü’l-Enbiyâ olan Rasûl-i Ekrem (asm) atmıştır. Süfyâniyyet ve Deccâliyyet devirlerinde o sarayda ba’zı tahrîbâtlar meydana gelmiştir. Süfyâniyyet ve Deccâliyyet rejimlerinin îmânî, siyâsî, hukúkí ve ictimâî sahalarda yaptığı tahrîbâtı, Mehdî-i Âhirzamân, sünnet-i seniyyenin ihyâsıyla ta’mîr edecektir. Nitekim, müellif (ra) bu hakíkati şöyle ifâde ediyor:
“Hazret-i Mehdînin cem’ıyyet-i nûrâniyyesi, Süfyân komitesinin tahrîbâtçı rejim-i bidakârânesini ta’mîr edecek, Sünnet-i Seniyyeyi ihyâ edecek.”
Demek, Âhirzamân Mehdîsi, Hazret-i Peygamber (asm)’ın akvâl, ef’âl ve etvârından çıkan İslâmiyyet sarayını yeniden kurmayacak. Zîrâ, o sarayı kuran, Hazret-i Peygamber (asm)’dır. O sarayın bekásı da ancak sünnet-i seniyyenin ihyâsıyla káimdir. Peygamber (asm)’dan sonra müctehidîn-i izâm, ulemâ-i İslâm ve evliyâ-i kirâm, o sarayın devâm ve bekásı için çalışmışlardır. Süfyâniyyet ve Deccâliyyet rejimleri ise, o İslâmiyyet sarayını tahrîb etmek için her türlü planı tatbîk etmişlerdir. Mehdî-i Ahirzamân geldiğinde, o sarayı yeniden binâ etmiyor. Çünkü, o sarayın temelleri mevcûddur. Ancak, zamânla Süfyâniyyet ve Deccâliyyet rejimleri tarafından ba’zı tahrîbâta ma’rûz kalmıştır. Mehdî-i Ahirzamân, Süfyâniyyet ve Deccâliyyet rejimlerinin o İslâm sarayında yaptıkları bu tahrîbâtı, Peygamber (asm), sahabe-i kirâm ve müctehidîn-i izâmdan geldiği aynı tarzda ta’mîr edecektir. Bu ise, ancak maddî kuvvetle olabilir. Nitekim, bunun böyle olacağını Bedîüzzamân Hazretleri şu cümlesiyle ifâde ediyor:
“Bu ikinci vazîfe, gáyet büyük maddî bir kuvvet ve hâkimiyyet lâzım ki, o ikinci vazîfe tatbîk edilebilsin.”
Halbuki, Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri “maddî cihâd” vazîfesinin kendilerine âit olmadığını; belki vazîfelerinin îmânı kurtarmak ve tahkíkí yapmak olduğunu şu cümleleriyle tasrîh etmektedir:
“Maddî cihâdın muktezâsı ise, o vazîfe şimdilik bizde değildir. Evet, ehline göre kâfîrin veyâ mürtedin tecâvüzâtına sed çekmek için topuz lâzımdır. Fakat, iki elimiz var. Eğer yüz elimiz de olsa, ancak nûra kâfî gelir. Topuzu tutacak elimiz yok.”
Üstâd Bedîüzzamân Hazretlerinin bu cümlelerinden sarâhaten anlaşılıyor ki; ileride “maddî cihâd” vazîfesini derûhde edecek bir cemâat-i nûrâniyye gelecek ve o cemâatin başında da bir zât-ı nûrânî bulunacaktır.
Hâşâ bin kere hâşâ! “Süfyâniyyet devresinde ba’zı zulümler vücûda gelmiş, demokrasi tam tatbîk edilmemiş ve kemâline ermemiş; o zât yeni bir İslâmiyyet getirecek, demokrasiyi kemâline kavuşturmak sûretiyle ta’mîr edecek; İslâm’la demokrasiyi barıştıracak ve silâhsız mücâdele ile barışı te’mîn edecektir” ma’nâsındaki düşünceler fâsid ve bâtıldır. Bu fâsid ve bâtıl ma’nâyı vermek, ancak o gizli zındıka komitesinin işi olabilir. Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri böyle bir iftirâdan berîdir.
*Acabâ 1400 seneden beri başta Rasûl-i Ekrem (asm) olmak üzere Sahabe-i Kirâm, müctehidîn-i izâm, ulemâ-i İslâm ve evliyâ-i kirâmın tebşîr ettiği ve bu tebşîrâta binâen Ümmet-i Muhammediyye (asm)’ın umutla beklediği Mehdî-i Âhirzamânı --hâşâ bin kere hâşâ!-- zinâ, livâtâ, faiz gibi kebâiri resmîleştirip serbest bırakan bir sistem şeklinde te’vîl etmek ve bu sisteme Mehdiyyet cereyânı nâmını vermek ve menba-ı hidâyet olan o cereyânın menba-ı sefâhet ve rezâletten ibâret olduğunu göstermek gibi bir safsatayı hiçbir akl-ı selîm sâhibi kabûl edebilir mi? Her bir mü’mine lâzımdır ki, şöyle desin:
مَا يَكُونُ لَنَا اَنْ نَتَكَلَّمَ بِهذَا سُبْحَانَكَ هذَا بُهْتَانٌ عَظيمٌ
Meâli: “Bizim için, söylenen şu sözü ve bunun emsâlini söylemek sahîh olmaz. Ne acâib ve garâibe tesâdüf ediyoruz. Yâ Rabbî! Seni nekáisten tenzîh ederiz ki, şu söylenen söz, vâkıın hılâfı büyük bir bühtân ve iftirâdır.”
ÜÇÜNCÜ MES’ELE: O gizli zındıka komitesinin te’vîlât-ı fâside ile te’vîl ettikleri Üstâd Bedîüzzamân’ın aynı ma’nâdaki bir cümlesi de budur:
“İnkılâbat-ı zamâniyye ile çok ahkâm-ı Kur’âniyyenin zedelenmesiyle ve şerîat-ı Muhammediyye (asm)’ın kánûnları bir derece ta’tîle uğramasıyla o zât, bütün ehl-i îmânın ma’nevî yardımlarıyla ve ittihâd-ı İslâmın muâvenetiyle ve bütün ulemâ ve evliyânın ve bilhassa Âl-i Beytin neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedâkâr seyyidlerin iltihâklarıyla o vazîfe-i uzmâyı yapmaya çalışır.”
“Mehdî-i Rasûlün [Rasûl-i Ekrem (asm)’ın haber verdiği Mehdî’nin] temsîl ettiği kudsî cemâatin şahs-ı ma’nevîsinin üç vazîfesi olduğu, bunların; îmânı kurtarmak, hılâfet-i Muhammediyye (asm) ünvânıyla şeâir-i İslâmiyyeyi ihyâ etmek ve inkılâbât-ı zamâniyye ile çok ahkâm-ı Kur’âniyyenin ve Şerîat-ı Muhammediyye (asm)’ın kánûnlarının bir derece ta’tîle uğramasıyla o zât bu vazîfe-i uzmâyı yapmağa çalışır.”
O gizli zındıka komitesi tarafından Üstâd Bedîüzzamân (ra) Hazretlerinin bu cümlesine --hâşâ sümme hâşâ!-- “İslâmiyyet, 1400 seneden beri anlaşılmamış ve bu husûsta en büyük hatâ Müslümanlardan kaynaklanmış; Mehdiyyet cereyânını temsîl eden eşhâs, ikinci vazîfesiyle, 1400 seneden beri gelen yanlış anlamaları ve yanlış uygulamaları düzeltecek; İslâmiyyete yeni bir yorum getirecek, demokrasiyi meşrû’laştıracaktır. Üçüncü vazîfesiyle de, Müslümanlarla Hıristiyanları birleştirecektir. Böylece o eşhâs, Mehdiyyet cereyânının ikinci ve üçüncü vazîfelerini îfâ etmiş olacaktır” tarzında bâtıl bir ma’nâ verilmektedir.
Hâşâ, bin defa hâşâ! Müellif (ra)’ın murâdı bu değildir. Belki, müellif (ra)’ın, “İnkılâbât-ı zamâniyye ile çok ahkâm-ı Kur’âniyyenin zedelenmesiyle ve şerîat-ı Muhammediyye (asm)’ın kánûnları bir derece ta’tîle uğramasıyla” cümlesinden murâdı, o gizli komitenin anladığı ma’nânın tam tersi olan; Süfyâniyyet ve Deccâliyyet devresinde devlet idâresi, mahkeme, maârif ve basın-yayının Kur’ân ve Hadîsten tecerrüd ettirilmiş olmasıdır. Hazret-i Mehdî, inkılâbât-ı zamâniyye ile Süfyâniyyet ve Deccâliyyet rejimleriyle zedelenen ahkâm-ı Kur’âniyyeyi ve ta’tîle uğrayan Şerîat-ı Muhammediyye (asm)’ın kánûnlarını sünnet-i seniyyenin ihyâsıyla ta’mîr edecek; devlet idâresi, mahkeme, maârif ve basın yayında Kur’ân ve Hadîsi hâkim kılacaktır.
İşte, Müellif (ra)’ın, “İnkılâbât-ı zamâniyye ile çok ahkâm-ı Kur’âniyyenin zedelenmesiyle ve şerîat-ı Muhammediyye (asm)’ın kánûnları bir derece ta’tîle uğramasıyla o zât, bütün ehl-i îmânın ma’nevî yardımlarıyla ve ittihâd-ı İslâmın muâvenetiyle ve bütün ulemâ ve evliyânın ve bilhassa Âl-i Beytin neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedâkâr seyyidlerin iltihâklarıyla o vazîfe-i uzmâyı yapmağa çalışır” cümlesinden murâdı budur.Yoksa, --hâşâ bin kere hâşâ!-- “Başta Sahabe-i Kirâm olmak üzere müctehidîn-i izâm İslâmiyyeti anlamamışlar ve yanlış uygulamışlar; böylece ahkâm-ı Kur’âniyyeyi zedelemişler ve Şerîat-ı Muhammediyye (asm)’ın kánûnlarını ta’tîle uğratmışlar! Ümmet-i Muhammed (asm) da 1400 seneden beri yanlış bir caddede gitmiş! Hazret-i Mehdî ise onların o yanlışlarını düzeltip İslâma yeni bir yorum getirecek; Süfyâniyyetin zulümlerini bertaraf ederek demokrasiyi ta’mîr edip meşrû’laştıracak! Böylece yeniden yorumladığı İslâmla demokrasiyi mezcetmek sûretiyle Müslümanlarla Hıristiyanları birleştirip herkese hakkını verecek” demek değildir.
İHTÂR: O gizli komitenin yanlış ma’nâ verdiği Üstâd Bedîüzzamân (ra)’a âit cümlelerinden biri de şudur ki:
“Osmanlı hükûmeti, Avrupa ile hâmiledir; Avrupa gibi bir hükûmeti doğuracak. Avrupa da İslâmiyyete hâmiledir; o da bir İslâm devleti doğuracak.”
Üstâd Hazretlerinin “Osmanlı hükûmetinin Avrupa ile hâmîle olması” ta’bîrinden murâdı; “Âlem-i İslâm’da ahkâm-ı İlâhiyyenin yerine Avrupa kánûnlarının devlet idâresi, mahkeme, maârif ve basın-yayında hâkim olması”dır. “Avrupa’nın İslâmiyyetle hâmîle olması”ndan murâdı ise; “ileride Hazret-i Mehdî’nin maddî kuvvet ve hâkimiyyetini ve Hazret-i Îsâ (as)’ın saltanatını gören pek çok Hıristiyanların bu maddî güç ve saltanat karşısında İslâmiyyeti kabûl etmeleri”dir.
Kaynak:Rahle Yayınları; Reddu’l-evham-3