#HaftanınHutbesi
مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ
Aziz Kardeşlerim!
Madem şu muhteşem kâinat var ve inkâr edilemez. Nasıl ki; kâinatın vücudunu göstermeye sebeb olan güneş yaratılmasaydı, elbette o muhteşem kâinatın kıymeti bilinmezdi. Zira kâinatın görünmesi ve bilinmesi güneş iledir. Hem mesela; güneş var, ancak ziyası olmazsa güneş bilinemez. Demek kâinat şiddetle güneşi iktiza ettiği gibi; güneş de ziyayı iktiza eder. Tabir-i diğerle güneş, kâinatı iktiza ettiği gibi; ziya da güneşi iktiza eder. Demek bunlar arasında telazum vardır. Yani, bunlardan birisinin vücud ve sübutu, ötekisinin de vücud ve sübutunu istilzam eder.
Aynen öyle de; ulûhiyet sıfatı dahi risaleti istilzam ve iktiza eder. Zira ulûhiyet risaletsiz, risalet ise ulûhiyetsiz olamaz. Risalet müessesesi olmadan, ulûhiyet sıfatı bilinemez. Uluhiyet sıfatı olmadan da risalet müessesesi söz konusu olamaz. Risalet vazifesini en mükemmel bir surette ifa eden ve risalet vazifesini asaleten yürütüp hakiki muhatab-ı İlahi ünvanını alan Hazret-i Muhammed (asm)’dır.
Öyle ise لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ cümlesi, مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ cümlesini iktiza ve istilzam eder. O halde مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ cümlesini kalb ile tasdik, dil ile ikrar etmeyen, Ellah’a da iman etmiş sayılmaz, dolayısıyla ehl-i necat olamaz. Üstad Bediüzzaman (ra) Hazretleri, eserlerinin değişik yerlerinde لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ cümlesi, مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ cümlesini iktiza ve istilzam ettiğini şöyle ifâde etmiştir.
“Arkadaş! Ulûhiyet, risalet, âhiret, kâinat arasında hakikatta telazum vardır. Yani, bunlardan birisinin vücud ve sübutu, ötekisinin de vücud ve sübutunu istilzam eder. Birisine iman, ötekisine de imanı îcabettirir. Vekeza ziyasız güneşin vücudu mümkün olmadığı gibi, ulûhiyet de tezahürsüz olamaz. Tezahürü ise, irsal-i rusül ile olur.”[1]
“Kelime-i şehadetin iki kelâmı birbirinden ayrılmaz, birbirini isbat eder, birbirini tazammun eder, biribirisiz olmaz. Madem Peygamber (asm), Hâtem-ül Enbiya'dır, bütün enbiyanın vârisidir; elbette bütün vusul yollarının başındadır. Onun cadde-i kübrasından hariç, hakikat ve necat yolu olamaz.”[2]
Bazıları diyorlar ki: لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ cümlesi, ehl-i necat olmak için kafidir. Bir kimse, مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ demese bile kurtulur. Haşa! Böyle bir inanç, asla medar-ı necat olamaz. Zira لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ cümlesi, مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ sız olamaz. مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ cümlesi de لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ sız olamaz. Bu iki cümle arasında telazüm vardır. Yani her iki cümle, birbirini iktiza ve istilzam eder. Demek ulûhiyet ve mabudiyet sıfatları, Risalet-i Muhammediyeyi (asm) iktiza eder.
Uluhiyet ve mabudiyet sıfatları gibi; diğer sıfatlar da مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ sız olamaz. Yani bütün esma ve sıfat-ı İlahiye, مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ cümlesini iktiza eder. Zira tevhidi bütün meratibiyle en mükemmel bir surette ders veren Muhammed-i Arabi (asm)’dır.[3]
[1] Mesnevi-i Nuriye 36-37.
[2] Mektubat, 335.
[3] Semendel Yayınları’ndan “Haşir Risalesi ve Şerhi” adlı eserden alınmıştır.
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |