#HaftanınHutbesi
وَف۪يهَا مَا تَشْتَه۪يهِ الْاَنْفُسُ وَتَلَذُّ الْاَعْيُنُۚ وَاَنْتُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَۚ
Aziz Kardeşlerim!
İnsan, bu fani dünyada bir memleketin sultanı olmak için ne kadar sıkıntı ve elem çeker; ne kadar dehşetli hadiselerle karşı karşıya kalır; ne kadar büyük tehlikelere karşı göğüs gerer. Hâlbuki bu saltanat, çok kısa ve mahdud bir zaman içindir. Çünkü belli bir zaman dâhilinde o saltanata sahib olur, sonra o saltanatı başkasına devreder. Demek bu saltanat, hakiki ve daimi bir saltanat değildir. Sonra kaç kişi onun saltanatını tanır? Raiyyetinden bir kısmı onu dinleyip itaat ederken, diğer kısmı ise isyan eder. Hem şu dünyada kaç kişinin sultanı olur? Hem bu dünyada kaç kişiye böyle bir saltanat nasib olur? Hem bu sultan, saltanatında tek başına tasarruf sahibi değildir. Başbakandan, bakanlara, genel müdürlere, müdürlere, memurlara kadar bütün bu vazifedarlar, icraatında onun yardımcıları ve şerikidirler. Bu fani dünyanın kısaca saltanatı böyledir.
Şimdi her bir mü’minin Cennet’teki saltanatına bakın! Sonra bu iki saltanat arasındaki farkı kıyaslayın! Şöyle ki: Ehl-i Cennet, Cennet’te tek başıyla en az on dünya kadar bir memleketin sultanı olur. Yetmiş bin kasır ve yetmiş bin huri, onun emrinde; yüzbinlerce melekler, onun hizmetinde; bütün niam-ı Cennet onun istediği şekilde önünde hazır bulunur. Her şey, emirber nefer gibi onun emrini dinleyip itaat eder. Mesela; taşa işaret etse, taş yanına gelir.
Ehl-i Cennet, Cennet’te ruh hiffetinde, hayal sür’atinde gezip dolaşırlar. Cennet’te, zaman ve mekân kaydı olmadığı için tam bir saadete nail olurlar. Mesela; hayal, nereyi tahayyül etse, cesed aynı anda o yerde gezer ve dolaşır. Bedenin sür’at-i hareketi, hayalin sür’atı kadardır. Dünyadaki sür’at-i hayal ne kadarsa, Cennet’te cesed, o kadar sür’atlidir. Cennette insan, nuraniyet kesbeder. Bir şahıs iken, bir milyon yerde aynı anda hazır olur, ayrı ayrı zevk ve lezzetleri tadar, iş bir işe mani olmaz.
Cenab-ı Hak, ehl-i Cennet’e arzu ettiği bütün nimetleri ihsan eder. Maddi ve manevi bütün cihazat-ı insaniyeyi tatmin eder. Bununla beraber o daimi ve baki olan memlekette ne bir sıkıntı, ne bir elem, ne bir yorgunluk, ne bir hastalık, ne bir bela ve musibet vardır. Hem bütün bu nimetlerin fevkinde rü’yet-i cemalullah ile müşerref olur. Halik-ı âlemle bizzat görüşür. Rabb-i Kerim’i onu tekalif-i ubudiyetten muaf tutar. Cennet’te ibadet ve mükellefiyet yoktur. Ehl-i iman, Cennet’te, bütün arzu ve istekleri yerine getirilmekle aziz bir misafir-i Rabbani olur. Halık-ı alem, ehl-i Cennet’ten razıdır. Ehl-i Cennet de O’ndan razıdır. Ellah, ehl-i Cennet’e ebediyyen gadab etmez, onları bela ve musibete uğratmaz, dergâhından tardetmez.
İşte böyle bir memleket, sadece zevk u safa için ehl-i imana ihsan ediliyor. Bütün bu nimetleri nimet eden, saadetleri saadet eden, devam ve hulûddur. Cennet’in bütün lezâiz ve saadeti bitmez ve tükenmez, devamlıdır. Zira bütün bu maddi ve manevi saadet ve lezzetin men’baı olan Zat-ı Hayy-ı Kayyum, bütün esma ve sıfatıyla bakidir, daimidir, sermedidir. Amenna!
Böyle bir saltanat, böyle bir riyaset, böyle bir rütbe, böyle bir saadet, böyle bir zevk bu dünyada var mıdır? Elbette yoktur ve mümkün de değildir. Zira burası buna müsait olarak yaratılmamıştır. Hakiki saltanat ve riyaset ancak Cennet’te olur. Öyleyse böyle bir saltanat ve saadeti kaybetmemek için iman, amel-i salih ve takva dairesinde hareket etmek gerektir.[1]
[1] Semendel Yayınlarından “Haşir Risalesi ve Şerhi” adlı eserden alınmıştır.
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |