#HaftanınHutbesi
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ
Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle ferman buyuruyor:
“Cinleri ve insanları, ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım. Onların vazifeleri, Halık-ı kâinatın varlığını ve birliğini tasdik etmek, O Mabud-u Bilhakka kullukta bulunmaktır.”[1]
Ayet-i kerimesinin sarahatiyle, Cenab-ı Hak bu âlemi, hususan cin ve insi ibadet için yaratmıştır. Hilkat-i beşer, ibadet içindir. Faraza ubudiyet-i insaniye kâinattan çekilse, kıyamet kopar. Ubudiyetin içerisinde en mükemmel olanı ise, hiç şübhesiz ubudiyet-i Muhammediye (asm)’dır.
Cenab-ı Hak, bin bir ismi ile tekvini olarak âlemde tecelli eylemiş, bütün kâinatı bin bir isminin kanununa tabi kılmıştır. Hiç bir mevcud yoktur ki, bu esmanın kanunları dışında hareket etsin. Melekler de gereği gibi Allaha ibadet ederler. Onlar, tekvini kanunlara asla muhalefet etmezler, emrolunanı yerine getirirler. Çünkü melekler, masumdurlar. Rablerine asla isyan etmezler. Bütün kâinat, tekvini olarak bu ibadeti gereği gibi yaptığı ve esma-i İlahiyeye karşı ayinedarlığını bildiği halde; iki taife vardır ki; bunlar tecelliyat-ı esma ve sıfatı kendilerinde ve kâinatta göremezler ve âlemde tezahür eden bu tecelliyat-ı esma ve sıfatı fehmedemezler. Bu iki taife ise; insanlar ve cinlerdir. Cenab-ı Hak, bu konuda insanların ve cinlerin kalblerine bir kapalılık koymuş.
Kâinattaki mevcudat gibi; cin ve insin vücudu dahi tekvini kanunlara bağlıdır ve o kanunlara riayet eder. İnsanların ve cinlerin vücudunda bir tek zerre bile, bin bir ism-i ilahiden gelen kanunlara bir an bile itiraz ve isyan etmez. Evamir-i tekviniyeye harfiyyen riayet eder. Ancak cin ve ins, tek başlarına kendi iradeleriyle şu kâinattaki tekvini kanunları anlamaya muktedir değildirler. Zira onlar, Cenab-ı Hak tarafından eser-i imtihan olarak, manevi bir körlükle mübtela edilmişlerdir. Bu nedenle hak ve hakikati göremiyorlar, alemde ve kendilerinde tecelli eden esma ve sıfat-ı ilahiyenin tecelliyatını anlayamıyorlar. Hak ve hakikati göremedikleri ve esma ve sıfat-ı İlahiyenin tecelliyatını anlayamadıkları için de bu kainatın tılsımını, alemde icra olunan şeriat-ı kübray-ı tekviniyeyi, tabir-i diğerle şeriat-ı fıtriyeyi göremiyorlar ve sünnetullahı anlayamıyorlar.
İşte cin ve insin bu yaradılış gayelerini anlayabilmeleri ve mucibince amel edebilmeleri için Cenab-ı Hak, kemal-i kereminden peygamberleri göndermiştir. Evet bu maksadın tahakkuku için, elbette peygamberlere ihtiyaç vardır ki; o peygamberler, Cenab-ı Hakkın talimiyle bu kainattın tılsımını açıp, cin ve inse bildirmişlerdir. O peygamberlerin başı da Resul-i Ekrem (asm)’dır. Çünkü asıl Nebi, Hazret-i Muhammed (asm)’dır. Diğerleri, O’nun vekilleridirler. Bütün semavi kitaplar “Kelamullah” diye tesmiye edilir. Bununla beraber asıl Kelamullah sıfatına tam layık olan Kur’an-ı Kerim’dir. Kuran-ı Kerim, bütün semavi kitapların hulasası olduğu gibi; Resul-i Ekrem (a.s.m)’ın nübüvveti dahi bütün nübüvvetlerin hulasasıdır. O halde, bütün nübuvvetler, Risalet-i Muhammediye’de dâhildir denilebilir.
Demek insanlar ve cinler, tek başlarına bu kâinatın tılsımını çözüp anlayabilecek bir kabiliyyette değildirler. Bundan dolayı Cenab-ı Hak, mahza rahmetiyle, peygamberleri gönderiyor. Ta ki peygamberler, tılsım-ı kâinat olan âlem nedir, nereden geliyor, nereye gidiyor? Suallerine mukni’ cevap versin. İnsan denilen muammayı hal ve keşfetsin.[2]
[1] Zariyat 56
[2] Semendel Yayınlarından “Haşir Risalesi ve Şerhi” adlı eserden alınmıştır.
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |