#HaftanınHutbesi
فَسُبْحَانَ اللّٰهِ ح۪ينَ تُمْسُونَ وَح۪ينَ تُصْبِحُونَ
Aziz Kardeşlerim!
سُبْحَانَ اللّٰهِ kelime-i kudsiyesi, üç mühim manayı ihtiva etmektedir:
Birinci Mana: Cenab-ı Hak, cin ve insin teklifi olarak işlemiş oldukları bütün günah ve kusurlardan münezezhtir.
İkinci Mana: Cenab-ı Hak, Hazret-i Âdem (as) zamanından ta bugüne kadar gelmiş geçmiş cümle ehl-i küfür ve dalaletin batıl fikirlerinden pak ve müberradır.
İşte bizler سُبْحَانَ اللّٰهِ demekle şöyle bir takdisatta bulunuyoruz: “Hz. Âdem’den (as) bugüne kadar insanların işlediği bütün günahlar ve kâfirlerin bütün batıl efkârı, insanın iradesinden zuhur etmiştir. Mes’ul olan, insanın enesi ve iradesidir. Hâşâ Ellah, küfür ve günaha razı değildir. Küfür ve günahı isteyen insanın nefsidir. Kesbeden insanın iradesidir. Halkeden ise, Cenab-ı Hak’tır. Öyleyse Ellah (cc), insî ve cinnî şeytanların yeryüzünde irtikab ettiği bütün şirk, küfür ve measiden mukaddestir. Kusur, ins ve cinnin iradesine aittir.”
Evet, O Zat-ı Akdes, küfür ve masiyetin halıkıdır. Ancak küfür ve isyana razı değildir. Şerleri yaratmasında da pek çok hikmetler vardır. Sorumlu olan, irade-i şeytaniye ve irade-i insaniyedir. Hâşâ Ellah’ın iradesi ve ilmi değildir.
Üçüncü Mana: Şu kâinatta tasarruf eden Zat-ı Vacibu’l-Vücud, aklın zahirine göre kusur ve noksan telakki edilen kâinattaki bütün nekais ve kusurattan mukaddes ve muarradır.
Bu manaya göre insan سُبْحَانَ اللّٰهِ kelimesiyle ilan eder ki: “Ya Rab! Bu âlemi hiç yoktan sen yarattın. Daha sonra Arz’ın halifesi olan insanı halkettin. Fakat bu âlemde bazı insanların hikmetini anlayamadığı için hóş görmediği bazı noksanlıklar ve kusurlar var. Aslında bunlar, sana göre noksan ve kusur değildir. Aklın zahirisine göre noksan ve kusur telakki edilir. Mesala, fırtınalı bir kış mevsiminde on kişinin fırtınadan veya soğuktan ölmesi, bahar mevsiminde çiçeklerle donatıldıktan sonra güz mevsiminde yeryüzünün birden vefat etmesi bize göre çirkindir. Bu alemde, yağmurun yağmasına rağmen arazinin çorak olması sebebiyle gelişmemesi, güneşte kalan yiyeceğin kokması gibi çirkinlikler, noksanlıklar var. Bütün bunlar, bize göre çirkindir. Ya Rab! Sen kâinatta görünen ve kusur telakki edilen bu nevi bütün nekais ve kusurattan münezzehsin. Başta ölüm olmak üzere âlemdeki zahiri bütün çirkinlikler, kusurlar ve noksanlıklar eşyanın tabiatına aittir.”
Bizler, سُبْحَانَ اللّٰهِ kelime-i kudsiyesini söylemekle; “Ellah (c.c), gece ve gündüzün, mevsimler ve senelerin, asırlar ve dehrlerin fıtri olarak inkılabından meydana gelen bu kâinattaki bütün kusurlardan mukaddestir.” manasını ifade ediyoruz.
Elhasıl: Nev-i beşerde görülen nekais ve kusurat tabiat-ı beşere; kâinatta görülen nekais ve kusurat ise tabiat-ı mevcudata aittir. Tabir-i diğerle; tekvini olarak vücud-u insaniyede meydana gelen bütün noksanlıklar insanın fıtratına aittir. Kâinatta meydana gelen bütün kusurlar ise, kâinatın tabiatına aittir. O nekais ve kusurat, Ellah’a verilemez.[1]
[1] Semendel Yayınlarından “Dokuzuncu Şuá’ın Dokuz Álî Makamı” adlı eserden alınmıştır.
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |