#HaftanınHutbesi
كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍۚ وَيَبْقٰى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِ
Azîz Kardeşlerim!
Şu memleketin haşmetli mâliki, muktedir kumandanı, her güz ve kış mevsiminde zemin yüzündeki zîhayatı ölüm ile terhîs ediyor, Küre-i Arz denilen manevra meydanını boşaltıyor. Her bahar ve yaz mevsiminde ise, dört yüz bin nev’den ibâret yeni bir ordu-yu sübhaniyi silahaltına alıyor, vazife başına getiriyor. Hem gökyüzünü bulutlarla doldurup dağıtıyor. Bunu da kemâl-i hikmet ve kemâl-i intizamla yapıyor. Yani kanun dairesinde fâideli ve san’atlı işler görüyor. Bu koca âlemi, nizâm ve intizâmla hiçbir şeyi eksik bırakmadan, fütûrsuz bir sûrette yarattığı gibi bir kere yapıp, öyle bırakmıyor. Her vakit değiştiriyor; tazelendiriyor; doldurup boşaltıyor. Ve bunu da gâyet intizâm ve hikmetle yapıyor. “Mâliku’l-mülk, mülkünde, istedediği gibi tasarruf eder.” kâidesiyle, mülkünde, her dâim tasarruf ediyor ve böylece mülkün hakîkî mâliki, yalnız kendisi olduğunu gösteriyor.
O Mâliku’l-mülk, bir kuşun, tüylü libâsını değiştirdiği gibi; Arz’ın yüzünü de öylece değiştiriyor. Bir ağacı, her senede tazelendirdiği gibi; umûm zeminin bahçelerini de öylece tazelendiriyor. Böylece her bir şey ve umûm eşyâ üzerinde kâhir ve kâdir olduğunu; her şeyin, izzet-i iktidârı altında zelîl olduğunu; mülkün, yalnızca kendisine âid olduğunu ve kendisinin de her şeyin başında kâim olduğunu; mülkünde zevâl olmadığını; böylece Bâkî-i Sermedî, Kayyûm-u Ebedî olduğunu gösteriyor.
Mevcûdât üzerinde tezâhür eden bütün bu faaliyet ve icraatlar, vücudlarıyla, Padişah-ı Âlem’in vücûduna şehâdet ettiği gibi; -Zira fiil, fâilsiz olamaz.- nizam ve intizamlarıyla da O Padişahın birliğine şehâdet ederler. Kezâ o inkılabların devamı da O’nun devâm ve bekasına şehâdet eder.
Nasıl ki; her sabah Güneş, izn-i İlâhî ile çıkar. Güneş’in cilvesi ve aksi, deniz üzerinde meydana gelen kabarcıklarda, gelip geçen nehrin kabarcıklarında ve bütün parlak şeylerde görünür ve parlar. Dikkat etsen, her bir kabarcığın içinde bir güneşçik görünüyor ve o kabarcıklar, gökteki Güneş’in vücûdunu gösterir. Fakat o kabarcıklar, bir müddet sonra kaybolup gider, arkasından gelen kabarcıklar da aynı o Güneş’i gösterir.
Şu misalde iki noktaya dikkat etmek gerekir:
Birinci Nokta: Bu parlayan kabarcıklar içinde görünen güneş, hakiki Güneş değil, gökteki Güneş’in aksidir. Hakiki Güneş, orada yoktur. Yani bu kabarcıklarda görünen akislerin vücudu, gökteki Güneş’in vücûduna delîldir. Çünki o kabarcıkta görünen hakîkî Güneş olsaydı, o zaman Küre-i Arz’ı ve diğer gezegenleri çevirmesi, bütün dünyaya ısı ve ışık vermesi lazımdı.
İkinci Nokta: Hem inanacaksın ki; bu kabarcıkların gitmesiyle arkalarından gelenlerin aynı hali göstermesi, gökteki Güneş’in bekâsına delâlet eder.
Demek nehir üzerindeki kabarcıklarda görünen güneşcikler, vücûduyla gökteki Güneş’in vücûdunu, zevâl ve fenâsıyla da gökteki Güneş’in devam ve bekâsını gösterir.
Aynen bu misal gibi, zaman da bir nehirdir. Bütün mevcûdât, o zaman nehri üzerinde gelip geçen kabarcıklar mesâbesindedir. Mevcûdât-ı âlem, vücûduyla Şems-i Ezelî’nin vücûb-u vücuduna şehâdet ettiği gibi; zevâl ve fenâsıyla da O Zat-ı Akdes’in bekâsına delâlet eder.[1]
[1] Semendel Yayınlarından “22. Söz ve Şerhi” adlı eserden alınmıştır.
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |