tel tel tel
Kur'an-ı Kerim'den
Ey insanlar! (Siz, ekseriyetle dünya hayatını ahiret hayatına tercih ediyorsunuz. Halbuki ahiret, dünyadan daha hayırlıdır ve devamlıdır.) Ahiret hayatı ebedidir. Ehl-i iman hakkında cismani ve ruhani saadetleri camidir. Dünya hayatı ise fanidir. Elem ve kederden hali değildir.
(A’la, 87/16-17)
Hadîs-i Şeriflerden
İnsanlara merhamet etmeyen kimseye Ellah da merhamet etmez.
(Buhari, Edeb 18)
Dualardan
Feya Rabbî, ya Hâlıkî, ya Mâlikî! Seni çağırmakta hüccetin hacetimdir. Sana yaptığım dualarda uddetim fâkatimdir. Vesilem fıkdan-ı hile ve fakrimdir. Hazinem aczimdir. Re's-ül malım, emellerimdir. Şefiim, Habibin (Aleyhissalâtü Vesselâm) ve rahmetindir. Afveyle, mağfiret eyle ve merhamet eyle yâ Ellah yâ Rahman yâ Rahîm! Âmîn!
(Mesnevi-i Nuriye)
Vecîze
Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.
Mektûbat

İNSÂN, BU DÜNYADA SAHİBSİZ, BAŞIBOŞ DEĞİLDİR

30.08.2019

#HaftanınHutbesi

 

اَيَحْسَبُ الْاِنْسَانُ اَنْ يُتْرَكَ سُدًى

 

Azîz Kardeşlerim!

Bu kâinatın yaratılmasındaki gayeler pek çoktur. Bu gayelerin aslı ve esası ise iki şeydir:

Biri: Cenab-ı Hak, bu kâinattaki her bir mevcudu birer antika san’at eseri olarak yaratmakla kendi kemâlini göstermek ve kendisini tanıttırmak istiyor. Bunun mukabilinde insanlardan kemal-i san’atını tefekkür etmelerini ve iman ile O’nu tanımalarını emrediyor.

Diğeri: Bu kâinattaki her bir mevcudu, birer ni’met eseri olarak yaratmakla kendi cemâlini göstermek ve kendisini sevdirmek istiyor. Bunun mukabilinde ise, insanlardan cemâl-i nimetini görmelerini ve şükür ve ibadet ile O’nu sevmelerini emrediyor. Sadece namaz, oruç, hac gibi şahsî ibâdetleri emretmiyor.  İlmî, amelî ve edebî sahalarda ahkâm-ı İlahiyenin icrâ ve tatbîkini de istiyor.

İşte başta Resûl-i Ekrem (asm) olmak üzere bütün peygamberler, insanlara bu vazifelerini teblîğ etmek için gönderilmişlerdir.

Kardeşlerim!

Halık-ı Âlem, şu dünyayı insan için yaratmış, ancak insanı serbest ve başıboş bırakmamış, onu bir takım emir ve yasaklarla, teklîfî kânûnlarla mükellef kılmıştır. Onun için belli hudûdlar tayin etmiştir. İnsan, ancak o hudûdlar çerçevesinde hareket edebilir, o hudûdların dışına çıkamaz. O hudûdlar ise, peygamberler vasıtasıyla gönderilen şerîatlerdir. Sırr-ı imtihan gereği onun küçük-büyük, az-çok, cüz’î-küllî her ameli çok cihetlerle zabtediliyor, kaydediliyor.[1]

Evet, insan, başıboş değil, edille-i şer’iyye denilen Kitab, Sünnet, İcmâ-ı Ümmet ve  Kıyas-ı Fukaha’nın ta’yîn ettiği hudûdlar dairesinde hareket etmekle mükelleftir. Şari-i Hakîkî olan Cenab-ı Hak, her şeye bir hudud koymuş, “Hudud-u şer’iyyeyi tecavüz etme!” diye emretmiştir. İnsan, o hudûdlara riayet ettiği ve onları çiğnemediği takdîrde mükâfatlandırılır.[2] O hudûdları çiğnediği takdîrde ise mutlaka cezalandırılır.[3] Öyle ise her insan, ef’âl, akvâl ve ahvâlini edille-i şer’iyye ile tartmalıdır.

Nasıl bir zat, gâyet nâzik, san’atlı, mîzânlı, letâfetli ve ibretli bir bahçe yapsa; elbette o bahçeyi, ayakları altında ezecek ve şuûrsuz bir sûrette ağızlarıyla çiğneyip telef edecek hayvânâtın, oraya girmelerine mâni’ olur. Bahçeyi ihmâl ederek, şuûrsuz hayvânâtın oraya girip ezmesine; talan etmesine izin vermez. Belki o bahçede, insan gibi gezilir. Gezmenin bir usûlü, tenezzüh ve ondan istifâdenin bir âdâbı vardır. Öyle de bu kâinatı, bu derece nâzik, san’atlı, mîzânlı, letâfetli bir sûrette yaratıp, ibret ve tenezzühe müheyyâ eden bir Sâni’-i Hakîm, şuûrsuz hayvânât hükmündeki gâfillerin ve kâfirlerin, serseri bir sûrette dolaşmalarına ve o nâzik san’atları, ibtâl etmelerine; mîzânı, ihlâl etmelerine; letâfeti bozup çirkinleştirmelerine; ibretli levhâları, ma’nasız ve abes yapmalarına müsâade etmez.

İşte küfür ve isyân, umûm mahlûkâtın hukûkuna tecâvüzdür. Onları cezâlandırmak, kâinatın hukûkunu muhâfaza etmektir. İhmâl etmek ise, nizâmı ifsâd etmektir. Mîzânı, ihlâl edip zulmetmektir. Letâfeti bozup çirkinleştirmektir. İbreti, ibtâl edip her şeyi, abes yapmaktır. O halde şu kâinatta bilmüşâhede görülen san’at, nizâm, mîzân, letâfet ve ibret, Risâlet-i Muhammediye (asm)’ı, Şerîat’ı, haşir ve kıyâmeti iktizâ eder.

Madem şu memleketin bir mâliki vardır. Elbette o mâlik, mülküne sâhib çıkacak ve onu, ibtâl etmeyecektir. Mülküne taarruz eden âsîleri, cezâlandıracaktır. Mülkü, ne derece haşmetli ise, cezâsı da o derece dehşetli olacaktır.[4]

 


[1] Yunus, 10:21; Zuhruf, 43:80; Kâf, 50:16-18; İnfitâr, 82:10-12.

[2] Nisa, 4:13.

[3] Nisa, 4:14.

[4] Semendel Yayınlarından “22. Söz ve Şerhi” adlı eserden alınmıştır.

 

Bu yazi 2072 defa gösterilmiştir.

Yorum yapabilirsiniz :

İsim
Eposta ( Sitede görünmeyecek )
Yorum
Doğrulama Kodu
Gönder

Yorumlar :

Henüz yorum yapılmamış.

Muhammed Doğan'ın (Molla Muhammed el-Mûşî el-Kersî) beyanatları Nurmend.com sitesinden başka bir platformda yayınlanmamaktadır. © 2014-2023 | Her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Nurmend - Şerhmend
0.232 sn. deSen
↑ Yukarı