#HaftanınHutbesi
وَمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌۜ وَاِنَّ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
Aziz Kardeşlerim!
Bu dünyaya, hikmet nazarıyla bakıldığında, üç şey görülür:
Bu dünya, bir cihette; san’at-ı İlâhiyenin teşhîr edildiği bir meşherdir.
Bir cihette; askerî bir manevrâ meydanıdır.
Bir cihette de yolcular için kurulmuş bir hân, bir misafirhânedir.
Şu dünyanın meşher olmasına gelince; bu âleme baktığımızda, görüyoruz ki; her bir şey, öyle acîb ve garîb san’atlarla yapılıyor ki; bütün akılları, kendine cezbeder ve hayrette bırakır. Her bir zîşuûru, nihâyetsiz takdîr ve tahsîne sevk eder. Hâlbuki son derece i’tinâ ve ihtimâmla ve masraflarla yapılan ve garîb usûllerle vücûd sahasına gelen bu kıymetli san’at eserleri, kısa bir müddet görünüp, nazar-ı dikkatleri ve istihsân ve tebrîkleri celbettikten sonra, derakab gözden kaybolur; yerine başka eserler vücûda gelir. Bu hâl ve şu keyfiyet gösterir ki; bu dünya, bir meşher, bir teşhîrgâhtır ki; bir Zat-ı Gaybî, gizli san’atlarını ve âhirette ehl-i imana ihsan edeceği nimetlerin numûnelerini bu meşherde teşhîr edip kendini tanıttırıyor ve istihsân edici seyircilerini, dâimî bir teşhîrgâha; bu san’atların ve ni’metlerin asıllarının teşhîr edildiği ebedî bir seyrangâha davet ediyor.
Amma dünyanın manevrâ meydanı olmasına gelince; وَلِلّٰهِ جُنُودُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ “Semâvât ve Arz’ın orduları, yalnız Ellah’ındır.”[1] âyet-i kerîmesinin ma’nasıdır. Şu dünyada her şey, bir asker gibi nihâyet derecede bir itâat ve inkıyâd içinde evamir-i İlahiyeye imtisâl ederek, isti’dâdlarını, kuvveden fiile çıkarmak sûretinde bir manevrâ yapmakta ve Sultân-ı Zülcelâl’in ve Rabbu’l-Âlemîn’in haşmet-i saltanatını izhâr etmektedir. Vazîfe-i hayatlarını yapıp tahiyyât-ı hayatiyelerini, evvelâ doğrudan doğruya sultânlarının nazar-ı şuhûd ve işhâdına arz edip zîşuûrlara gösterdikten sonra, meydandan çekilip diğer mevcûdâta yer açmaktadır. Demek bu dünya, bir manevrâ, bir tecrübe, bir imtihân meydanıdır.
Amma şu dünyanın misafirhâne olması ise; لَبِثْنَا يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍ قَالُوا “İnsanlar, haşir meydanında dediler ki; biz, dünyada bir gün veya bir günün bir kısmı kadar kaldık.”[2] gibi âlemin fenâ ve zevâlini bildiren âyet-i kerîmeler gösterir ki; bu dünya, bir misafirhânedir. Şu dünyada her şey üstünde görülen zînet ve cemâller, hadsiz ihsânlar ve keremler gösterir ki; bu dünyanın nihâyetsiz Cemîl ve Kerîm, Rahman ve Rahîm bir Rabb’i vardır. Ama şu görünen tezyînât ve cemâlin, ihsân ve keremin muvakkat olması ve içinde o tezyînâtı seyreden ve o ni’metlerden istifâde edenlerin de dâimî olmaması; hem her arzu ettikleri şeyin burada bulunmaması; hem de burada bazı meşakkatlere ma’rûz olmaları gösterir ki; bu dünya, yalnızca bir misâfirhânedir ve içindekiler de misâfirdir. Çünkü öyle bir kerem, dâimî ihsân etmek ister ve istenilen her şey içinde bulunur bir ziyâfetgâh iktizâ eder. O kerem sâhibi, ikrâm ettiklerine elem ve keder çektirmez. Hem ağırladığı kullarını, böyle esbâb perdesi arkasında bırakıp huzûrundan ve has sohbetinden mahrûm etmez.
Demek bu dünya, ancak bir misâfirhânedir. Mihmandâr-ı Kerîm’lerini razı edenleri, kurb-u huzûrunda dâimî saraylarda, ebedî mes’ud edecek ve orada esbâb perdesini kaldıracak; herkes, Rabb’ini ve Ma’bûd’unu doğrudan bilecek ve görecektir.[3]
[1] Fetih, 48:4, 7.
[2] Mü’minûn, 23:113. En’am, 6:98; Hud, 11:6 gibi âyet-i kerîmeler de dünyanın muvakkat bir misâfirhane olduğuna işâret etmektedir.
[3] Semendel Yayınlarından 22. Söz ve Şerhi adlı eserden alınmıştır.
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |