#HaftanınHutbesi
يَا اَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ وَاِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِى الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ
Azîz Kardeşlerim!
Ellah tarafından peygamberlerin gönderiliş gáyesi, Ellah’tan almış oldukları emir ve nehiyleri beşere teblîğ etmektir. Teblîğ, peygamberlik vazîfesinin îfâsı için şart olup peygamberlerde bulunması gereken sıfatlardan biridir. Bundan dolayıdır ki, Âdem (as)’dan Resûl-i Ekrem (asm)’a kadar gelen bütün peygamberler dîn-i İlâhîyi teblîğ etmişlerdir.
Cenâbı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’in bir çok âyet-i kerîmesinde peygamberlerin vazîfesinin sâdece teblîğ olduğunu bildirmiştir. Elçi, ancak Ellah’tan aldığı İlâhî vahyi, aynen insânlara teblîğ etmekle mükelleftir. Eğer kendisine inzâl olunan vahyi, aynen insânlara teblîğ etmezse; elçilik vazîfesini yerine getirmiş olamaz. Ellah (cc), teblîğ husûsunda Peygamberimiz (asm)’a hıtâben şöyle fermân eder:
“(Ey Peygamber! Sana Rabbinden indirilmiş olanı) vahy-i İlahiyi (eksiksiz tebliğ et. Ve eğer bunu yapmazsan,) teblîğine me’mûr olduğun şeylerin hepsini lâyıkı vechiyle onlara bildirmezsen (O’nun risaletini tebliğ etmiş olmazsın. Ellahu Teâlâ, seni insanların şerlerinden korur. Şüphe yok ki, Ellahu Teâlâ kâfir olan bir kavme hidâyet nasib etmez.”[1]
Bu dînin aslı semâvî olduğu gibi; onun teblîğ ve icrâat şekli de semâvîdir. Ya’nî, nasıl ki bu dîn, Ellah tarafından indirilmiş ve Hazret-i Peygamberin aracılığıyla îzâh edilmiştir; öyle de, bu dînin teblîğ şekli de yine Şâri-ı Hakíkí tarafından bizlere bildirilmiştir. O hâlde bu dîni teblîğ etmek husûsunda Hazret-i Peygamber (asm) nasıl bir yol ta’kíb etmiş ise, o yol ta’kíb edilmelidir. Teblîğ husûsunda diğer metodlar ve uygulamalar bütünüyle yanlıştır ve Resûl-i Ekrem (asm)’ın caddesi olan sırât-ı müstakímden udull ve inhirâftır. Demek Müslümânların vazîfesi, her husûsta olduğu gibi, teblîğ ve cihâd konusunda da Peygamber Efendimiz’e ittiba’ etmektir.
اَلْعُلَمَاءُ وَرَثَةُ الْاَنْبِيَاءِ “Alimler peygamberlerin varisleridir.”[2] hadîs-i şerîfinin sarâhatiyle, ulemâ-i İslâm da peygamberlerin vârisleri olmaları hasebiyle bu teblîğ vazîfesini yapmakla mükellef kılınmışlardır.
Dîn-i hak olan İslâmiyyet teblîğ edilirken muhâtablar nazara alınır. Şöyle ki:
1. Eğer muhâtab kâfir ise; inzâr edilir. Ya’nî, kendisine tehdîd edici âyât-ı Kur’âniyye ve ehâdîs-i nebeviyye anlatılır. Eğer küfrü bırakıp îmân ve İslâmiyyetle müşerref olursa, o zamân tebşîr edilir.
2. Eğer muhâtab; ehl-i îmân olup dînde lâübâlî ise; bu kimse ruhsatlarla okşanmaz, azîmetlerle îkáz edilir. Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri bu konuda şöyle buyurmaktadır:
3. Eğer muhâtab; îmânı kâmil, amel-i sâlih işleyen ve takvâ dâiresinde hareket eden müttakí bir mü’min ise, tebşîr edilir. Dolayısıyla inzâr edilir.[3]
[1] Mâide, 5:67.
[2] Ebu Davud, İlim, 1; Tirmizi, İlim, 19.
[3] Semendel Yayınlarından Mir’atu’l-Cihad 1 adlı eserden alınmıştır.
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |