#HaftanınHutbesi
ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ فَزَادَهُمُ اللّٰهُ مَرَضًا
Aziz Kardeşlerim!
Cenab-ı Hak, Bakara Suresi’nin 10. âyet-i kerîmesinde münâfıklar hakkında şöyle buyurmuştur: ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ “Onların kalblerinde nifâk ve şirk hastalığı vardır.” Münâfıklar, “İslâmiyet, inkişâf etmez; dünyaya hâkim olmaz. Zaten birgün bu Dîn-i İslâm’ın nûru söner; Müslümanlar mağlûb olur; biz de kurtuluruz. Biz, mü’minlere zâhiren Müslüman görünelim; onlarıkandıralım. Ne olur ne olmaz, belki bir gün İslâmiyet inkişâf eder; kuvvet ve şevket elde eder; fütûhât ve ganimet müyesser olur. İşte o zaman, ‘Biz, sizinle beraber değil miydik?’ deriz.”[1] şeklinde düşünürler.
Onlar, böyle dünyevî bir menfaat elde etmek için sûret-i haktan görünürler. Yoksa onlar, hiçbir zaman hakîkî manada îmân etmiş değillerdir. Münâfıklığın temeli, aslında başta Yahûdiler’e, sonar Hıristiyanlar’a dayanmaktadır. Bütün Âlem-i İslâm’da şimdi de durum böyledir. Münâfıkların reîsleri, ehl-i kitab olan münâfıklardır. Diğer münâfıklar, onlara tâbi’ olmaktadırlar. Münâfıklar, kılıktan kılığa girmekle zâhiren Müslüman görünürler. Bu kisvealtında Müslümanlar’I kandırırlar. Hâlbukionlar, hakîkatte Müslüman değillerdir.
Evet, münâfık, ya Yahûdi’dir; Müslüman görünür. Ya Hıristiyan’dır; Müslüman kisvesine bürünür. Diğer münâfıklar da onlara takılıp peşlerinde gidiyorlar. Münâfıklık, tarih boyunca böylegelmiştir.
Demek münâfıklığın asıl temelini, Yahûdî ve Hıristiyanlar teşkîl etmektedir. Nev’-i beşer içinde en şerli tâife olan münâfıkların kalblerinde nifâk hastalığı yerleştiği için, bu gürûh-uşerîre, Âlem-i İslâm içinde zâhiren Müslüman görünmek suretiyle Müslümanlar’ı aldatmışlar; türlü türlühîle ve dolap, fitne ve entrika çevirmişlerdir. Bu tâife-i şerîre, bütün tarih boyunca İslâmiyet’in nûrunu söndürmeye çalışmışlar; bunu, hep beklemişlerdir. Şimdi de aynı işi, daha dehşetli ve sinsî planla yapıyorlar. Kalblerinde nifâk hastalığı bulunan münâfıklar diyorlar ki; İslâmiyet, bitti; bitecek; sönecek. Hâlbuki bilmiyorlar ki;
يُر۪يدُونَ لِيُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
“Yahûdî ve Hıristiyanlar, bahusus onların ahbâr ve ruhbânları, (ağızlarıyla Ellah'ın nûrunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler, istemeseler de Ellah, nûrunu tamamlayacaktır.)”[2] âyet-ikerîmesi sırrınca; Ellah (cc), mutlaka nûrunu tamamlayacak ve İslâm’ın nûru, Ellah’ın izniyle gittikçe parlayacaktır.
فَزَادَهُمُ اللّٰهُ مَرَضًا “Ellah, onlarınhastalığını (azabını) arttırdı.” Bu cümle, beddua manasındadır. Yani, “Ellah, onların hem dünyada, hem âhirette hastalıklarını, azablarını arttırsın; onlar, hiçbir zaman o hastalıkdan kurtulmasınlar.” demektir. Zaten o illettenkurtulamayacaklardır.
Onlar zannederler ki; birgün bu îmân ve İslâmda vası bitecektir. Fakat büyük bir hatâ ve varta içinde olup adım adım dünyevî ve uhrevî helâket ve felâkete, azab ve ikâba dûçar olmak sûretiyle yuvarlanıp gittiklerinin farkında değillerdir. Çünkü münâfıklar, i’tikâdsiz ve kalbsiz olduklarından firâset ve kiyâsetten mahrûmdurlar. O akılsızgürûh-u şerîre, Dîn-i İslâm’ınsâhibi, Ellah olduğunu; Ellah ise, Dîn’ini muhâfaza ve müdâfaa edeceğini; birgün âleme hakim kılacağını idrâk edip inanmazlar ve bu husustaki va’d-i İlahiyi i’tikâd etmezler.[3]
Evet, bu hususta ki va’d-i İlâhî haktır ve tahakkuk edecektir.[4] Tereddüde mahal yoktur. Üstad Bedîüzzaman (ra)’ın ifâdesiyle; “İslâmiyet, Güneşgibidir; üflemekle sönmez. Gündüz gibidir; göz yummakla gece olmaz .Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar.”[5]
Onlar, Kur’an nûrunun söneceğini beklesinler. Elbette bu beklentileri boşa çıkacaktır. Demek bu îmân ve İslâm davas bitmez.
(Semendel Yayınlarından Arabî İşârâtu’l-İ’câz şerhi, 4)
[1] Nisa, 4:141-143; Maide, 5:52-53.
[2]Saff, 61:8.
[3]Ahzab, 21:12.
[4]Nûr, 24:55.
[5]Münâzarât, s. 9.
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |