يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَيُحْيِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ وَكَذٰلِكَ تُخْرَجُونَ
Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
“(Ellah (cc), ölüden diriyi çıkarır. Ve diriden ölüyü çıkarır. Ve Küre-i Arz’ı da ölümünden sonra diriltir. Ve işte) ey insanlar! (Siz de öylece) öldükten ve cesedleriniz çürüdükten sonra, haşir sabahında tekrar kabirlerinizden hayat sahasına (çıkarılacaksınız.)
Evet, Cenab-ı Hak, ölü olan geceden, diri olan gündüzü çıkarır. Keza diri olan gündüzden ölü olan geceyi çıkarır. Her geceden sonra bir gündüzü, her gündüzden sonra bir geceyi çıkarmak; her kıştan sonra bir baharı, her bahardan sonra bir kışı getirmek, böylece ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkarmak, bu kâinatta fıtrî ve tekvînî olarak cereyan eden bir kanun-u Rabbanidir. Bu kâinatı, böyle tekvînî bir kanuna tabi tutan Rabbimiz (cc); elbette insanlık âlemini de teklîfî olarak böyle bir kanuna tabi tutacaktır. Öyleyse teklîfî kanun olarak da bu âlemde her küfürden sonra iman, her imandan sonra küfür cereyan edecektir. Bu, kanun-u İlahidir; değişmez.
Madem kanun-u İlahi budur. Öyleyse şu anda kâfirlerin ayyuka çıkmaları, sizi üzmesin. Zira her kemalin bir zevali vardır. Bir gün gelecek bu küfür cereyanı ölecek. Ardından tam manasıyla iman cereyanı zuhûr edecektir. Bu hususta va’d-i İlahi mevcud olduğundan bu, muhakkak tahakkuk edecektir. Öyle ise mü’minlerin ye’se düşmemeleri gerekir. İman cereyanı yaklaşık iki yüz elli senedir, ölü hükmündedir. Lütf-u Rabbani ile inşaallah yavaş yavaş canlanacaktır.
Öyle bir asır gelecek ki; Cenab-ı Hak, o asırda kemal-i merhametinden bir hey’et-i ilmiyeyi gönderecek. O mübarek hey’et, aynı Asr-ı Saadet’i canlandırıp Âlem-i İslam içine yerleşen bütün kil u kalleri tutup atacak, cumhûr-u ulemânın re’yini tesbît ve hâkim kılacaktır. İnşaallah!
Muhterem Kardeşlerim!
Gece ve gündüzün, kış ve yazın kanununu inkâr edebilir misiniz? Hayır. Bunu inkâr edemediğiniz gibi; iman ve küfür mücadelesini de inkâr edemezsiniz. O halde bunu inkâr edemediğinize göre, haşri de inkâr edemezsiniz. Zira tekvini ve teklifi bu iki cereyandan biri lütuftur, diğeri kahrdır. Madem bu dünyada lütuf ve kahr münâvebeten (sırayla) devam eder. Elbette lütfun, ebedî bir surette tecellî edeceği bir dar-ı saadet; kahrın, daimi bir surette tezahür edeceği bir dar-ı şekavet olacaktır. Lütfun tecellisine mazhar olan gündüzler, baharlar, mü’minler, sadece mahall-i lütuf olan Cennet’e; kahrın tecellisine mazhar olan geceler, kışlar, kâfirler ise, sadece mahall-i kahr olan Cehennem’e gideceklerdir. Öyle ise, haşir haktır.
Ey haşir ve neşir hakkında şüpheye düşen şahıs! Ya bu kâinatta tekvînî ve teklîfî olarak bilmüşâhede cereyan eden mezkûr hakikatleri inkâr edeceksin. Bu ise, mümkün değildir. Ya da “Şu kâinatta tekvînî ve teklîfî olarak cereyan eden bu mücadele ve mücahede isbat eder ki; haşir ve neşir vardır.” deyip bu mes’eleyi kabul edeceksin. Bu ise, makul ve hak olan yoldur. Zira fıtrat-ı selîme, buna şâhittir.
(Semendel Yayınlarından Dokuzuncu Şua’nın Dokuz âli Makamı adlı eserden alınmıştır.)
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |