فَسُبْحَانَ اللّٰهِ ح۪ينَ تُمْسُونَ وَح۪ينَ تُصْبِحُونَ وَلَهُ الْحَمْدُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَعَشِيًّا وَح۪ينَ تُظْهِرُونَ
Muhterem Kardeşlerim!
اَللّٰهُ اَكْبَرُ سُبْحَانَ اللّٰهِ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ kelimeleri, namazın çekirdekleri hükmündedir ve bu üç kelimenin her biri haşre, öldükten sonra dirilmenin hak olduğuna şehadet eder. Şöyle ki:
Mevcudat-ı âlem, zamana bağlı olarak halden hale, tavırdan tavra geçiyor. Bir kısım mevcudat vefat edip gidiyor. Bir kısmı da yeniden vazife başına geliyor. Hiçbir şey kararında kalmıyor. Bu kadar hadsiz masarif ile vücuda gelen hadsiz mevcudat, ölüm ile zahiren yok olup gidiyor. Şayet ebedî bir âlem olmazsa, âlemde görünen bütün bu faaliyet ve icraat abes olur. Bunu hiçbir akl-ı selim sahibi kabul etmez ve kâinatta asarı görünen nihayetsiz hikmetler de bunu tekzib eder, yalanlar. Öyle ise mevcudat, ölüm ile yokluğa, idama, fenaya gitmiyor. Belki ebedî ve bakî bir âleme sevkolunuyor. Demek haşir gelecektir.
Madem gece ve gündüzün deveranı, mevsimlerin inkılâbı bir nizam ve intizam iledir. Elbette bu zaman çarkının dönmesiyle vücuda gelen mevcudat da nizam ve intizamdan hâlî kalamaz. İdam ve adem ile abesiyete mahkum olamaz. Zat-ı Akdes, böyle bir abesiyetten münezzehtir.
İşte سُبْحَانَ اللّٰهِ kelime-i kudsiyesi, haşri getirmemekle böyle bir çirkinliği irtikab etmekten, Cenab-ı Hakk’ı takdis etmeyi ifade eder. İns ve cin, bu takdisi, سُبْحَانَ اللّٰهِ kelime-i kudsiyesiyle ilan etmekle mükelleftir.
Hem bu zaman çarkının dönmesiyle hadsiz nimet-i İlahiye vücuda geliyor. Cenab-ı Hak, hadsiz ibadına, hadsiz ihsan ve ikramda bulunuyor. Bununla beraber hem o nimetlerin ömrü kısa; hem de o nimetlerden istifade edenlerin ömrü kısadır. Bu zeval ve firak ile bu nimetler birbiriyle bağdaşmıyor. Öyle ise zeval ve firakın olmadığı başka bir âlem mevcuddur. Bu dünyada bu kadar hadsiz nimetleri bahşetmekle bitmez ve tükenmez hazineler sahibi olduğunu bildiren Ellahu Teâla, elbette o âlemde has ve makbul kullarına öyle hadsiz nimetler ihsan ve ikram edecektir ki; ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne de kalb-i beşere hutûr etmiştir. Kudsî bir hadiste şöyle buyrulmuştur: “Salih kullarım için öyle nimetleri hazırladım ki, onları ne bir göz görmüştür, ne bir kulak işitmiştir, ne de bir insanın hatırına gelmiştir.” [1]
İşte اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ kelimesi, bu manayı ifade eder. “Manam, haşirsiz olmaz.” der. Mü’min de namazında اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ demekle küllî bir şükre muvaffak olur. Elbette böyle küllî bir şükür, mükâfatsız olamaz. O mükafat da Cennet’tir.
Hem bu zaman çarkının dönmesinde azîm bir tasarrufat-ı İlahiye görünüyor. Elbette bu tasarrufat-ı azîmeyi yapan Zat, nihayetsiz kudret sahibidir. Kıyamet ve haşri getirmek, böyle nihayetsiz kudret sahibi bir Zat’a ağır gelmez. Evet, her güz ve kış mevsiminde hadsiz mevcudatı ölüme mahkûm edip her bahar ve yaz mevsiminde kısmen aynen, kısmen mislen ihya ve iade eden bir Zat-ı Kadîr, elbette kıyamet ve haşri getirmekten aciz olamaz.
İşte اَللّٰهُ اَكْبَرُ kelime-i kudsiyesi, bu manayı ifade eder. Mü’min de namazında اَللّٰهُ اَكْبَرُ demekle mükellef tutulmuştur.
(Semendel Yayınlarından Dokuzuncu Söz ve Şerhi)
[1] Sahîh-i Buhârî, c. 4, s.143/ Sahîh-i Müslim, s. 2174-2175.
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |