MÜ’MİNİN ASIL BAYRAMI, VEFAT ETTİĞİ GÜNDÜR
وَجَٓاءَتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ بِالْحَقِّۜ ذٰلِكَ مَا كُنْتَ مِنْهُ تَح۪يدُ
Aziz Kardeşlerim!
Ölüm, haktır. Can boğaza geldiğinde, henüz ölmeden ve aklı başında iken herkese Cennet veya Cehennem’deki yeri gösterilir. Kişinin inanmadığı noktalar kendisine arzedilir, o zaman hak tecelli eder. Herkes hakikati görür. Hiçbir ferd-i insan yoktur ki, sekerata girip daha aklı başında iken Cennet ve Cehennem’deki yerini görmesin. Sekeratta iken, ahirete ait her şey kendisine gösterilir. Üstad Bediüzzaman (ra) Hazretleri’nin;
اَلْمَوْتُ يَوْمُ نَوْرُوزِنَا
“Ölüm, nevruz günümüzdür.”[1] İfadesiyle; mü’minin gerçek bayramı ölüm günüdür. Eğer selamet-i iman ve sağlam ameli varsa…
Kardeşlerim!
Ehl-i dalaletin yevm-i nevruzu, bayramı varsa, biz ehl-i imanın da nevruz günümüz, bayramımız vardır. O da ölüm günüdür. Çünkü mü’min, sekerata girdiği andan ta defnedilinceye kadar, en az beş yüz melek saf tutup onunla ilgilenir. Ruhu semavata, yıldızlara, âlem-i ulviye yükseltildiği zaman, yetmiş bin melek Hazret-i Azrail (as)’ın kumandası altında, yerden arşa kadar saf saf halinde o ruha ta’zimde bulunarak makam-ı alisine götürürler. Ona, “Selam sana!” derler. Yer ve gök hepsi o ruha karşı merasim halindedirler. Yer ve gök ve onunla alakadar olan mevcudat, o kimsenin vefatıyla bir cihette mahzun olurlar ve onun üzerine manen ağlarlar. Zira onların zikr u ibadetlerini dergah-ı İlahiyeye takdim eden bir müsebbih, bir muvahhid aralarından ayrılmıştır. Diğer cihette de sevinip onu alkışlarlar ve tebrik ederler. Her taraftan ona müjdeler gelir. Zira şerefli bir asker-i İlahi gibi, kulluk vazifesini hakkıyla ifa etmiştir. İşte gerçek bayram budur.
Asrın müceddidi, اَلْمَوْتُ يَوْمُ نَوْرُوزِنَا ifadesiyle, bizleri böyle bir gün için müjdeliyor; “Ölüm, nevruz günümüzdür.” buyuruyor. Hem فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاءُ وَ اْلاَرْضُ ayetinin mefhum-u muhalifi ile sema ve arz mü’minin ölümünden dolayı ağlayıp mahzun olduğunu ifade ediyor. Yer ve gök mü’mine nasıl ağlamasın? Zira yerden yukarı doğru onun ameli yükseliyordu. Semadan ise rızkı iniyordu. Ölüm sebebiyle o iki kapı kapanınca arz ve sema üzüntüden dolayı ağlamaya başlıyorlar. Diğer taraftan da iman ve amelinden dolayı onun için bir hüsn-ü istikbal var olduğunu müjdeleyip onu tebrik ediyorlar. Böylece ehl-i iman için yerde ve gökte bir cihette matem varken, diğer tarafta merasim vardır. Üstad Bediüzzaman Hazretleri, bu âyet-i kerîmenin tefsîri sadedinde şöyle buyuruyor:
“فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاءُ وَ اْلاَرْضُ Şu âyet, mefhum-u muvafık ile şöyle ferman ediyor: "Ehl-i dalaletin ölmesiyle, semavat ve zemin, onların üstünde ağlamıyorlar." Ve mefhum-u muhalif ile delalet ediyor ki: "Ehl-i imanın dünyadan gitmesiyle, semavat ve zemin, onların üstünde ağlıyor." Yani: Ehl-i dalalet, madem semavat ve arzın vazifelerini inkâr ediyor. Manalarını bilmiyor. Onların kıymetlerini iskat ediyor. Sâni'lerini tanımıyor. Onlara karşı bir hakaret, bir adavet ettiğinden elbette semavat ve zemin, onlara ağlamak değil, belki onlara nefrin eder, onların gebermesiyle memnun olurlar. Ve mefhum-u muhalif ile der: "Semavat ve arz, ehl-i imanın ölmesiyle ağlarlar." Zira ehl-i iman ise (çünki) semavat ve arzın vazifelerini bilir. Hakikî hakikatlarını tasdik ediyor. Ve onların ifade ettikleri manaları iman ile anlıyor. "Ne kadar güzel yapılmışlar, ne kadar güzel hizmet ediyorlar." diyor. Ve onlara lâyık kıymeti veriyor ve ihtiram ediyor. Cenab-ı Hak hesabına onlara ve onlar âyine oldukları esmaya muhabbet ediyor. İşte bu sır içindir ki, semavat ve zemin, ağlar gibi ehl-i imanın zevaline mahzun oluyorlar.”[2]
“Ey âlem-i beka için yaratılan ve fâni âleme mübtela olan bîçare insan!
فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاءُ وَ اْلاَرْضُ âyetinin sırrına dikkat et, kulak ver! Bak ne diyor! Mefhum-u sarihiyle ferman ediyor ki: "Ehl-i dalaletin ölmesiyle insan ile alâkadar olan semavat ve arz, onların cenazeleri üstünde ağlamıyorlar, yani onların ölmesiyle memnun oluyorlar." Ve mefhum-u işarîsiyle ifade ediyor ki: "Ehl-i hidayetin ölmesiyle semavat ve arz, onların cenazeleri üstünde ağlıyorlar, firaklarını istemiyorlar" Çünki ehl-i iman ile bütün kâinat alâkadardır, ondan memnundur. Zira iman ile Hâlık-ı Kâinat'ı bildikleri için, kâinatın kıymetini takdir edip hürmet ve muhabbet ederler. Ehl-i dalalet gibi tahkir ve zımnî adavet etmezler.
Ey insan, düşün! Sen alâküllihal öleceksin. Eğer nefis ve şeytana tabi isen, senin komşuların, belki akrabaların senin şerrinden kurtulmak için mesrur olacaklar. Eğer Eûzü billahi mineşşeytanirracîm deyip, Kur'ana ve Habib-i Rahman'a tabi isen; o vakit semavat ve arz ve mevcudat, herkesin derecesine nisbeten, senin derecene göre senin firakından müteessir olup manen ağlarlar. Ulvî bir matem ile ve haşmetli bir teşyi' ile, kabir kapısıyla girdiğin beka âleminde senin derecene nisbeten senin için bir hüsn-ü istikbal var olduğuna işaret ederler.”[3]
Ne mutlu ölüm günü, kendileri hakkında bayram günü olanlara!
(Semendel Yayınları Haşir Risalesi Şerhi)
[1] Münazarat 62 ; Tarihçe-i Hayat 87
[2] Sözler 638
[3] Lem’alar 86-87
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |