Aziz Kardeşlerim!
لِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا ف۪يهِنَّۜ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Ayet-i kerimesinin ifadesiyle; “(Göklerin ve yerin ve içlerindeki her şeyin mülkü) saltanatı ve hükümranlığı (Ellahu Teâlâ'nındır.) Bütün mevcudat, hem O’nun mülkü, hem de memlûküdür. Dünya saltanatı, O’nun olduğu gibi; ahiret saltanatı da O’nun’dur. Burada tasarruf ettiği gibi; orada da tasarruf eder. (Ve O, her şeye hakkıyla kâdirdir.)”[1]
Madem mülkün yegâne sahibi Cenab-ı Hak’tır. Hem madem مَالِكُ الْمُلْكِ يَتَصَرَّفُ فِى مُلْكِهِ كَيْفَ يَشَاءُ kaidesince, “Mülk sahibi, mülkünde istediği gibi tasarruf eder.” Öyle ise Malikü’l-Mülk olan Cenab-ı Hakk’ın mülkündeki tasarrufatına hiçbir mevcudun itiraza hakkı yoktur. Zira itiraz, bir haktan ileri gelir. Mevcudatın Ellah’a karşı bir hakkı yoktur ki; O’na karşı hak dava etsin. Zira semavat ve arzın ve içlerindeki her şeyin mülkü O’nundur. Mülkü dilediğine verir, dilediğinden alır. Dilediğini aziz, dilediğini zelil kılar. Geceyi gündüze, gündüzü geceye çevirir. Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkarır. Dilediğini zengin, dilediğini fakir eder. Ve hakeza istediği mahlûkunda, istediği tasarrufu yapar. Kimse O’nun bu tasarrufuna itiraz edemez. Evet, eğer bir kimsenin hakkı zayi olmuşsa veya hakkı zabtedilmişse, hakkını aramaya itiraz hakkı doğar. Halbuki, mevcudatın Ellah’a karşı hiçbir hakları yoktur ki veya haşa Ellah (cc), onların haklarını gasbetmemiş ki; mevcudat O’na karşı hakkını arasın. Zira O Malikü’l-Mülk’tür. Bütün mevcudat ise, O’nun mahlûku, mülkü ve âbididir. Mülk sahibi, mülkünde istediği gibi tasarruf eder. İşte O Malikü’l-Mülk, gelecek ayet-i kerimelerinde bu tasarrufatını şöyle ifade buyuruyor:
“De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Ellah'ım! Sen, mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini azîz eder, dilediğini zelil edersin. Her türlü iyilik senin elindedir. Şüphe yok ki; Sen, her şeye kâdirsin. Geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katarsın. Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de hesabsız bir surette rızık verirsin.”[2]
Demek Cenab-ı Hak, Malikü’l-Mülk olduğu için mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Onun bu tasarrufuna hiçbir kimse, hiçbir surette itiraz edemez. Ancak dua ve niyaz ile O’na iltica etmek, lütfunu beklemek, verilen nimetlere kanaat edip şükretmek, rıza ve memnûniyet göstermek, bela ve musibetlere sabredip kaza ve kadere teslimiyetini izhar etmek vazifesidir. Eğer meyyitin, gâsilin elinde döndüğü gibi; insan kadere karşı teslimiyetle mukabele etmezse, devamlı ızdırab ve keşmekeş içinde kalır. Öyle ise kader-i İlahiye teslim olmakla mükellefiz. “Hanımım niçin öldü? Bela ve müsibete neden giriftar oldum? Niçin fakir oldum? Oğlum neden sakat kaldı? Kızım neden hasta oldu?” şeklindeki şekvalar, kader-i İlahiye itirazdır. Kadere itiraz eden, rahmetten mahrum kalır; başını örse vurur, kırar.
Kardeşlerim!
Bizi tecrübe ve imtihan meydanı olan bu dünyaya getiren birisi vardır. Kendi kendimize buraya gelmedik. O halde şu kâinatta icra olunan faaliyet-i İlahiyeye itiraz suretinde şekva etmeyelim. Vazifemizi yapıp vazife-i İlahiyeye karışmayalım. Vazife-i fıtratımız ise, bizi buraya gönderen Zat’a ibadettir. Yani emirlerine itaat etmek, nehiylerinden ictinab eylemek, tevînen ve teklîfen hükmüne razı olmak ve teslimiyet göstermektir.
Evet, Hâlık-ı âlem, kudret-i ezeliyesiyle evvela kalemi yarattı. O kaleme, mukadderat-ı âlemi yazmasını emreyledi. O kalem, izn-i İlahi ile kimin hakkında ne yazmışsa, mutlaka vuku bulacaktır ve yaratılan her şey, güzel esmanın nakışları olması hasebiyle güzeldir. مَنْ اٰمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ sırrınca mukadderat-ı İlahiyeye teslim olan ehl-i iman, kederden kurtulup huzur bulur ve rahmet-i İlahiyeye nail olur.
Kaynak:Semendel Yayınlarından Yirmi Dördüncü Mektub’un Şerhi
[1] Maide, 120.
[2] Al-i İmran 26-27
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |