HIRİSTİYANLIK AKİDESİNDE TESLİS
Kur’an-ı Azimuşşan, لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ ثَالِثُ ثَلٰثَةٍۢ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّٓا اِلٰهٌ وَاحِدٌ “Kasem olsun ki, ‘Ellah, üçün üçüncüsüdür’ diyenler de kâfir olmuşlardır. Hâlbuki bir tek Ellah’tan başka hiçbir ilâh yoktur.”[1] ayet-i kerimesinin sarahatiyle Hıristiyanların, teslis inancına sahib bulunduklarını, yani “üç ilah”ı beraber kabul ettiklerini beyan etmekle onların, ehl-i şirk olduklarını haber veriyor. O üç ilah ise;
Birincisi: Ellah’tır.
İkincisi: Hazret-i Cebrail (as) ya da Hazret-i İsa (as)’ın ruhudur.
Üçüncüsü: Hazret-i İsa (as)’ın cesedidir.
Hıristiyanlar, bu üç vücûdu müstakil kabul eder ve şöyle derler: Nasıl ki Ellahu Teâla, müstakil bir vücûd sahibi ise, Hazret-i İsa (as) ile Hazret-i Cebrail (as) hakîkî ve müstakil vücûd sahibidirler. Tabir-i diğerle; Ellah’ın hakîkî vücûdu olduğu gibi; cesed-i İsa ve Rûhu’l-Kudüs’ün de müstakil vücûdları ve hakîkî manada tasarrufları vardır. Bununla beraber Hazret-i İsa (as) ile Hazret-i Cebrail (as)’ın mahlûk olduğuna da inanırlar.
Ehl-i teslis, sadece Hazret-i İsa (as) hakkında değil; her bir mevcud hakkında teslis inancına sahibtirler. Yani, her bir mevcudda üç ulûhiyeti, yani Ellah, ruh ve cesed olmak üzere üç ilahı kabul ediyorlar.
Onların bu bâtıl i’tikadlarına göre; her ne kadar her şeyi, Ellah yaratmıştır. Fakat her şeyin üç cihette müstakil birer vücûdu ve te’siri vardır.
Birincisi: Ellah’ın vücududur.
İkincisi: Şayet o mevcud zîruh ise, ruhun vücudu; zîruh değilse, o mevcudda bulunan ve “tabiat” diye tesmiye edilen kuvaları temsil eden bir zişuurun vücududur.
Üçüncüsü: Cismin vücududur.
Mesela; bir çiçeğin üç tane vücudu vardır:
Birincisi: Asıl vücud sahibi olan Ellah’ın vücududur. Tabir-i diğerle; o çiçeğin vücudunda tecellî eden vücûd sıfatı ve Mevcud ismidir.
İkincisi: O çiçeğin tabi olduğu ve taraf-ı İlahiden kendisine tevdi edilen tekvînî kanunun ve o kanunu temsil eden mücerred ruhun vücududur ki; ehl-i dalalet, bunu “tabiat” diye tesmiye etmiştir.
Üçüncüsü: O çiçeğin maddî cismidir. Bu vücud, bizzat tasarruf sahibidir. Onlar, çiçeğin vücudunu kendisine aid müstakil bir vücud olarak kabul ediyorlar.
Biz ehl-i tevhid ve ehl-i hak ise deriz ki; “Zat-ı Vacibu’l-Vücud’un ne ef’alinde, ne esmasında, ne sıfatında, ne şuunatında, ne Zat’ında şeriki yokur. Vücud-u hakîkî bir tanedir; O da Ellah’ın vücub-u vücududur. Vücud sıfatında Ellah’ın şerîki yoktur. Diğer bütün vücudlar, Vâcibu’l-Vücûd’un ayineleridir; gölgeleridir; akisleridir; müstakil vücudları, te’sir ve tasarrufları yoktur.”
O halde her mevcûdda üç vücud vardır:
Birincisi: Her bir mevcûdda tezâhür ve tecellî eden vücûd-u İlahi’dir ki; Zat-ı Vacibu’l-Vücud, mekânsız bir şekilde her bir mevcuda, ona vücud sıfatı ile ondan daha yakındır.
İkincisi: Rûhun vücududur. (insanın ruhu gibi)
Üçüncüsü: O mevcûdun cismidir. (insanın cesedi gibi)
Bu üç vücûddan vücûd-u hakîkî, yalnız Ellah’ın vücududur ve her bir mevcudun her bir şe’ninde tasarruf eden O’dur. Diğer iki vücûd ise, vücûd-u hakîkînin aksidir, gölgesidir, ayinesidir; vücûd-u hakîkîsi ve bizzat te’sir ve tasarrufları yoktur. Her mevcud, her anda, her cihette, her işinde, her şey’inde ve her şe’ninde meşiet-i Rabbaniye ve kudret-i İlahiyenin tasarrufu altındadır. Müellif (ra) şöyle buyuruyor:
“Her şey, her şe'ninde ona muhtaçtır. Onun ilim ve hikmetiyle işleri görülür, tanzim edilir. Ne tabiatın haddi var ki, o daire-i tasarruf-u rububiyetinde saklansın ve tesir sahibi olup müdahale etsin ve ne de tesadüfün hakkı var ki, o hassas mizan-ı hikmet dairesindeki işlerine karışsın.”[2]
Demek Hıristiyanlardan teslis inancına sahib olanların dalalete düşmelerinin menşei, vücud mes’elesidir. Onlar, “Eşya, ‘Heme Ezost’ değil; ‘Heme Ost’tur.” derler. Yani; “Her şey O’ndan değil; her şey, Ellah gibi müstakil ve hakîkî vücud sahibidir.” derler. Kur’an-ı Hakîm ise, mevcudat-ı âleme vücûd-u hakîkînin aksi, gölgesi ve ayinesi olarak bakmamızı ve onları, böyle okumamızı emreder. Böylece şakirdine hakîkat dersini verir. O halde teslis inancı batıldır. Hâşâ ve kellâ! Ellah (cc), “sâlisü selâse” yani, üç ilahın üçüncüsü değildir. İlah, yalnız O’dur. O Zat-ı Akdes, birdir, Vâhid’dir, Ehad’dir. Mevcudat, “Heme Ost” değil; “Heme Ezost”tur. Yani; “Her şey, O değil; belki her şey, O’ndandır.” Öyle ise, Hazret-i İsa (as)’ın ruhunun ve cesed-i mübarekinin vücudu, vücud-u hakîkî sahibi olan Cenab-ı Hakk’ın Mevcud isminin ve vücud sıfatının aksidir ve ayinesidir; müstakil vücudları ve hakîkî manada tasarrufları yoktur. Müessir ve Mutasarrıf-ı Hakîkî yalnız Ellah’tır. Müellif (ra), Mektubat adlı eserinde şöyle buyuruyor:
“Görünen eşya dahi, Cenab-ı Hakk'ın âsârıdır. "Heme Ost" değil, "Heme Ezost"tur. Yani her şey O değil, belki her şey O’ndandır. Çünki hâdisat, ayn-ı Kadîm olamaz.”[3]
Ehl-i tasavvuf ise, Hıristiyanların ortaya attığı bu fitneye karşı mukabelede bulunmak için çok uğraşmışlar; çaresiz kalmışlar; bu mes’eleye cevab teşkil edecek tam delil bulamamışlar; neticede bir kısmı, لاَ مَشْهُودَ اِلاَّ هُوَ diyerek; “Ben, o iki vücûdu görmüyorum; meşhûdum, yalnız Ellah’tır, yalnız Ellah’ı görüyorum. Zira vücûd-u hakîkî sahibi, yalnız Ellah’tır. Hazret-i Cebrail (as) ile Hazret-i İsa (as)’ın hayalî birer vücudları olduğu gibi; tabiat ve tabiattan meydana gelen mevcudatın da hayalî birer vücudu vardır.” Tabir-i diğerle; vücud-u İlahi dışındaki vücûdlar vardır; ama onların vücudları o kadar zaiftir ki; biz, onları görmüyoruz. İşte ehl-i vahdetü’ş-şühûd, ümmeti, Hıristiyanların bu fitnesinden kurtarmak için, لاَ مَشْهُودَ اِلاَّ هُوَ diyerek husûsî, hâlî, tehlikeli ve dar bir yola zehab etmişlerdir.
Ehl-i vahdetü’l-vücud da bu batıl teslis akidesini reddetmek için, mevcudatın vücûdunu kökten inkâr ederek لاَ مَوْجُودَ اِلاَّ هُوَ demişlerdir. Bu durumda Hazret-i Cebrail (as)’ı, Hazret-i İsa (as)’ı, tabiatı ve mevcudatı yok sayarak, yalnız Cenab-ı Hakk’ın vücudunu kabul etmişlerdir.
Demek ehl-i tasavvuftan olan bu iki meslek erbabının açtıkları bu yolun temeli, vartalıdır, hatarlıdır. Zira mevcudatın vücudunu inkâr etmek, mümkün değildir. Veyahut var olan vücudu, hiç görmemek de mümkün değildir. Öyle ise, hak ve müstakîm olan Kur’anî tarîk şudur ki:
Mevcudat, vardır ve inkâr edilemez. Ancak mevcudatın vücûdu, akistir; ayinedir; gölgedir; onların vücûd-u hakîkîsi yoktur. Vücûd-u hakîkî, yalnız bir tanedir; o da Ellah’ın vücûdudur. Öyleyse hakîkî “Mevcud” ismine layık, yalnız Ellah’tır ve bu isim, O’na hastır. Tabir-i diğerle; mevcudatın, mana-yı harfiyle vücûdları vardır; mana-yı ismiyle vücûdları yoktur.
Ehl-i felsefe de vahy-i İlahiye istinad etmediklerinden tevhîd-i İlâhî konusunda ehl-i teslis gibi batıl bir inanca süluk etmişlerdir. Çünkü eski felsefecilerin inancına göre, Cenâb-ı Hak, önce “Akl-ı Evvel”i yaratmış. O ilk akıl, ikinci aklı, yâni Arş’ı yaratmış. İkinci akıl, üçüncü aklı, yâni Kürsî’yi yaratmış. Diğer akıllar da bir altındakini yaratmak sûretiyle yedi kat semâ yaratılmış. Bize yakın olan semâya “Akl-ı Fa’al” diyorlar. O “Akl-ı Fa’al” denilen semâ-yı dünyâ da yeri yaratmış. Ve hâkezâ vâsıtalar vâsıtasıyla mevcûdât vücûd bulmuştur.
Silsile-i felsefenin bu inancı, âlemin idâresi için de geçerlidir. Yâni, bir akıl diğer bir aklı yaratmakla berâber, aynı zamanda onun idâresini de yapmaktadır. Onların inancına göre Akl-ı evvel, Akl-ı sânî, Akl-ı sâlis… tâ Akl-ı âşire kadar “Ukûl-i Aşere” denilen “on akıl” vardır. Tevhîd-i İlâhî’den tecerrüd eden felsefe, “Semâvâtın her bir tabakasının vücûd-i tabiîsi, nefsi ve aklı vardır.” derler. Onlar, her ne kadar Ellah’ın vücudunu kabul etseler de vücud-u İlahînin dışında nefis, akıl, tabiat denilen üç müstakil vücudu daha kabul ederler ve bunların te’sirlerinin olduğuna inanırlar.
Hulasa: Ehl-i felsefenin, ehl-i tasavvuftan ehl-i vahdetu’l-vücud ve ehl-i vahdetu’ş-şuhudun, bahusus Hıristiyanlardan teslis inancına sahib olanların münakaşalarının medarı ve menşei, Cenab-ı Hakk’ın vücud sıfatı ve Mevcud ismidir. Bu münakaşa ise temelde iki kısma dayanır:
Birinci kısım: Ellah’ın vücudundan başka vücud (mevcud) var mıdır? Bu sıfatta Ellah’ın şeriki var mıdır?
İkinci kısım: Ellah’ın vücudundan gayrı diğer vücudların te’siri var mıdır?
Ezcümle; Hıristiyanlar, bu konuda teslis inancına sahibtirler. Onlar, “sâlisü selâse” mes’elesinde şöyle diyorlar: “Her şeyde üç vücud vardır ve bu vücudlar, müstakildir.”
Birinci vücud: Vücud-u Bâri,
İkinci vücud: Ruh-u İsa veya ruh-u Cebrail,
Üçüncü vücud: Cesed-i İsa’dır. Ellah, o üç vücuddan bir tanesidir. Onlar, “Diğer iki vücudu, Ellah yaratmış; sonra onları müstakil bırakmıştır.” diye inanırlar.
Ehl-i felsefe de her şeyde “akıl, nefis ve tabiî” birer vücud kabul ederler. Onlara göre eşya, müstakil birer vücuda sahibtir ve te’sir ve tasarrufları vardır.
Ehl-i tasavvuftan ehl-i vahdetu’l-vücud ve ehl-i vahdetü’ş-şuhûd kısmı, teslis inancıyla mücadele neticesinde zarurete mebni zuhur etmiştir. Bu meslek, cadde-i kübra-i Kur’aniye değildir.
Tevhid-i hakîkîyi ders veren Kur’an-ı Azimu’ş-Şan’a göre ise, Mevcud-u Hakîkî, yalnız Ellah’tır. Mevcudatın vücudu vardır, inkâr edilemez. Ancak Zat-ı Vacibu’l-Vücud’un vücuduna bağlı mecazî birer vücudları vardır; müstakil vücudları, te’sir ve tasarrufları yoktur. Öyleyse لاَ مَشْهُودَ اِلاَّ هُوَ veya لاَ مَوْجُودَ اِلاَّ هُوَ demeye gerek yoktur. Hem ehl-i felsefenin ve teslis inancına kâil olan Hıristiyanların inançları bâtıldır.
[1] Maide 73
[2] Mektubat 379
[3] Mektubat 84
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |