tel tel tel
Kur'an-ı Kerim'den
Yemin olsun ki; içlerinden, kendilerine Ellah'ın âyetlerini okuyan, onları batıl inançlardan ve kötülüklerden temizleyen ve onlara kitap ve hikmeti (Kur’an ve sünneti) öğreten bir Peygamber göndermekle Ellahu Teâlâ mü'minlere lütufta bulunmuştur. Hâlbuki onlar, bundan evvel apaçık bir dalâlet içinde idiler.
(Al-i İmran, 3/164)
Hadîs-i Şeriflerden
Kıyamet günü cehennemliklerin azabı en hafif olanı o kimsedir ki, ayaklarının altına iki kor ateş konulur da onun etkisiyle beyni kaynar, hiçbir kimsenin kendisi kadar şiddetli azabta olduğunu hatırına getirmez. Halbuki o azap edilenlerin en hafifidir.
(Buhari, Enbiya 1, Müslim, İman 362)
Dualardan
Yâ Rabbenâ! Yâ İlâhenâ! Yâ Nâsırenâ! Zâlim¬lerin şerlerini, zulümlerini izzetine lâyık bir sûretde def u ref' eyle.
(Hacı Hulusi Bey)
Vecîze
Cesed ruhun hanesi ve yuvasıdır, libası değildir.
Sözler
  • Önsöz
  • İçindekiler
  • Soru-Cevap
  • بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

    Cenâb-ı Hakk’ın tevfîki ile kaleme aldığımız “Onuncu Söz Haşir Risâlesi, İkinci İşâret’in Şerh ve Îzâhı” adlı bu eserimiz, nübüvvet müessesesinin vazîfelerini tekvînen ve teklîfen, ta’bîr-i diğerle aklî ve naklî delîllerle îzâh ve isbât etmektedir.

    Kezâ bu eserimiz; Ma’bûd, İlâh, Cemîl, Kâmil, Rab, Sultân, Vâhid, Samed, Ehad, Ganiyy, Meşhûr, Sâni’, Mün’ım, Hakîm, Ma’rûf, Vedûd, Dârr ve Nâfi’ gibi isimlerin ve bu isimlerin menba’ları olan sıfatların nübüvvet müessesesini nasıl iktizâ ve istilzâm ettiğini îzâh ve isbât etmektedir. Zîrâ, her bir isim ve sıfât-ı İlâhiyye birer hazîne hükmünde olduğundan, o sıfât-ı kemâliyye ve cemâliyye ile muttasıf olan Zât-ı Zülcelâl, murâd etti ki, birer elçi ve muallim olan peygamberleri göndersin. Tâ ki, o esmâ ve sıfâtın ma’nâlarını nev’-i beşere ta’lîm etsinler. Böylece o Hakîm-i Ezelî, onlar vâsıtasıyla, nev’-i beşerin yüzünü kesretten vahdete, şirkten tevhîde, tâğûta kulluktan Ma’bûd-i Hakíkí’ye kul olmaya, fânî âlemden bâkí âleme çevirsin. Böylece o Zât-ı Zülcelâl’in hikmet-i hakíkıyyesi de tahakkuk etmiş olsun.

    Evet, hikmet-i ezeliyye sâhibi Zât-ı Zülcelâl’in, şu kâinâtı yaratmasında pek çok gáye ve makásıdı vardır. Bu gáye ve makásıdın en ehemmiyyetlisi iki noktadır:

    Birincisi:Yarattığı her hârika masnûu ile, her biri birer hazîne hükmünde olan bin bir isim ve sıfatını tanıttırmak; mukábilinde nev’-i beşerden îmân istemektir.

    İkincisi:Şu kâinât çarşısında sergilediği ni’metleriyle de, bin bir isim ve sıfatıyla Kendisini sevdirmek; mukábilinde, nev’-i beşerden şükür ve ibâdet istemektir.

    İşte bu iki ehemmiyyetli noktanın tahakkuku için peygamberleri göndermek, o hikmet-i ezeliyyenin muktezâsıdır. Zîrâ, nev’-i beşerin, tek başına bu hakíkatleri çözmesi ve mûcibince amel etmesi mümkün değildir.

    Bu yüksek vazîfeyi bütün peygamberler içinde en mükemmel bir sûrette îfâ eden, hiç şübhesiz Muhammed-i Arabî (asm)’dır. O hâlde, “Risâlet-i Muhammediyye (asm) olmasa idi, şu kâinât da olmazdı” denilebilir ve denilir ve öyledir.

    Hem muallimsiz bir kitâb, ma’nâsız sahîfelerden ibâret olduğu gibi; şu haşmetli kitâb-ı kebîr-i kâinât da şâyet muallimsiz olsa, elbette ma’nâsız sahîfelerden ibâret olur. Bütün ehl-i akıl ve naklin ittifâkı ile, şu kitâb-ı kebîr-i kâinât, elbette bir muallim, bir dellâl, bir rehber, bir vassâf, bir teşhîrci ister. İşte mezkûr sıfatlarla muttasıf zevât-ı âliyye, hiç şübhesiz peygamberân-i izâm ve onların reîsi olan Resûl-i Ekrem (asm)’dır.

    Demek, şu muhteşem kâinâtı, çok ma’nâları ifâde eden bir kitâb şeklinde yazan bir Kâtib-i Ezelî, elbette bilerek iş yapar. Mâdem bilir; elbette başta nihâyetsiz ilim ve hikmet sıfatı olmak üzere, bütün isim ve sıfatlarının ma’nâlarını ve neye delâlet ettiklerini ders vermek için, kendi katından elçileri ve muallimleri göndermesi; bütün esmâ ve sıfâtının, husûsan “Alîm” ve “Hakîm” isimlerinin muktezâsıdır.

    Mâdem bütün esmâ ve sıfât-ı İlâhiyye, nübüvvet müessesesini iktizâ ve istilzâm eder. Öyle ise, bir peygamberi inkâr etmek, bütün esmâ ve sıfât-ı İlâhiyyeyi inkâr etmek ve bu esmâ ve sıfâta şerîk koşmak hükmüne geçer. İşte Nisâ Sûresinin 151. âyet-i kerîmesi bunu sarâhaten ifâde eder.

    Demek, nasıl ki Şems, ziyâ vermeksizin olmaz; öyle de bütün esmâ ve sıfât-ı İlâhiyye de risâletsiz, bâhusûs Risâlet-i Muhammediyye (asm) olmaksızın olmaz. O hâlde, zerreden Arş’a kadar her şey, ma’nen "Lâ ilâhe İllâllah, Muhammedün Resûlullah" diyerek bu kelime-i mübârekeyi söylüyorlar ve o Zât-ı Ekrem (asm)’ın vazîfesini tebrîk ediyorlar. Zîrâ, onun risâletiyle her şeyin ma’nâsı ve hakíkati zuhûr etti. Öyleyse biz de hakíkí ma’nâda o kelime-i mübârekeyi kalb ile tasdîk edip, dil ile ikrâr etmek sûretiyle kâmil bir îmânı elde edelim. Kur’ân’ın ta’rîf ettiği şekilde şirkin bütün envâından kurtulalım. Böylece selâmet-i kalb ile kabre girip saâdet-i ebediyyeye ve rü’yet-i cemâlullaha nâil olalım.

    Yâ Rab! Kusûrumuzu affeyle. Bizi huzûruna kabûl eyle. Resûl-i Ekrem (asm) hürmetine maddî ve ma’nevî sıkıntılarımızı bertaraf eyle. Kendine hakíkí kul, o Zât-ı Ekrem (asm)’a da hakíkí ümmet eyle. Bizi o re’fetli Nebînin şefâatine nâil buyurmak sûretiyle bizden râzı ol. Âmîn…

  • - Hazırlanıyor...
    - Hazırlanıyor...
    - Hazırlanıyor...

  • Soru sorabilmek için üyelik girişi yapınız.

Muhammed Doğan'ın (Molla Muhammed el-Mûşî el-Kersî) beyanatları Nurmend.com sitesinden başka bir platformda yayınlanmamaktadır. © 2014-2023 | Her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Nurmend - Şerhmend
0.121 sn. deSen
↑ Yukarı